Hayırlı ve bereketli cumalar…
Bu güzel hikayeyi yıllarca dedemden dinlemiştim. Rahmetli den kalan güzel hatıralarımdan biriydi. Internette karşıma çıkınca çok mutlu oldum ve sizlerle de paylaşmak istedim. Rabbim bize emanet edilen altın toplarımızın kıymetini bilmeyi nasip etsin..
Zengin bir ailenin fakir bir komşusu varmış. Evlerindeki saadetin dalgalanmaları, zengin ailenin duvarlarını aşarak kulaklarına kadar ulaşırmış. Akşam olunca , fakir ailenin evindeki gülme ve saadeti duyunca zengin komşu gıpta edermiş. bir gün karısına demiş ki:
“Biz bu kadar zengin olduğumuz halde neden neşemiz yok? Sen yarın fakir komşunun hanımından sor bakalım, saadetlerinin sebebi ne ise, biz de onlar gibi saadete nail olmaya çalışalım.
” Kadın sabah olunca fakir komşuyu ziyarete giderek, konuşma sırasında evlerindeki saadetin sebebinden sual açmış, fakir komşunun hanımı demiş ki:
“Bizim küçük bir altın topumuz var. Akşam olunca ben efendime o da bana altın topu atarak oynar eğleniriz.” Akşam olunca zenginin karısı meseleyi kocasına nakletmiş. Adam ertesi gün bir kuyumcuya giderek altın bir top sipariş etmiş. Topu aldığı günün akşamı karısı ile karşı karşıya oturup, altın topu birbirlerine atmaya başlamışlarsa da, hayal ettikleri neşe bir türlü doğmamış… Hatta madeni topun ağırlığı sebebeiyle canları yanmış; sert atışlar yüzünden topun isabet ettiği vücutları, yer yer morarmış. Sabah olur olmaz zenginin karısı, alelacele fakirin ailesinden sual etmiş:
“Biz senin dediğin altın topu yaptırdık, fakat neşelenemedik.” demiş. Fakir komşu:
“A komşum, o bildiğin gibi top değil. Sarı saçlı masum bakışlı bir yavrumuz var. Biz ona “altın top” diyoruz. Akşam olunca kah benim kucağıma, kah babasına koşar ve bizi eğlendirir. Onunla meşgul olurken yorgunluğumuzu unutur, neşeleniriz.” cevabını vermiş.
İslam’da Kadın ve Aile, Mehmed Emre, Bedir Yayınevi, 1979, 6. Baskı
……………………………………………………………………
İmkanım olsaydı Türkiye’yi adım adım gezer, yöresel yemekleri kayıt alıtına alırdım. Gerçi bu işi profosyonel anlamda yapanlar zaten var da, ben kendi adıma konuşuyorum. Yöresel yemekler aynı zamanda kültürümüzü tanıtmak adına da önemli. Mesela, buradan beni takip eden ve bloğu olmayan takipcilere desem ki, kendi yörenize ait ve çok bilinmeyen tariflerinizi bana ulaştırın ve ben imkanlarım el verdiği ölçüde onları deneyip yayınlayayım. Hatta sadece yemek değil peynirler de olabilir. Ben burada yapabileceğim kadarını denerim ve gönderen arkadaşımın ismiyle yayınlarım. Böylece mutfak kültürümüze katkımız olur.
İnternetin en güzel yanlarından biri bu sanırım. Farklı farklı şehirlerden – yabancı diliniz varsa ülkelerden- insanlarla ortak biryerde buluşma imkanı sunuyor.
İşte bu kadar cümleyi bana kurduran lezzetlerden biri: Isparta’nın “kuyruğu sulu” böreği. Çiğ böreğe benzeyen ama onun gibi kızartılmadan sac üzerinde pişirilen bir börek. İsmine pişerken uç kısımlarından akan harcın suyundan dolayı kuyruğu sulu deniyor. Tadıysa tahmin edebileceğiniz gibi gerçekten nefis.
Malzemeler:
- 300 gr. kıyma
- 1 tane domates
- 1 tane ince kıyılmış soğan
- Maydanoz
- Karabiber, tuz
- Un, su ve tuzdan hazırlanmış hamur
- Yağlamak için tereyağı
- 1 bardaktan biraz az su
Yapılışı:
- Kıyma, rendelenmiş domates, ince kıyılmış maydanoz ve soğan karıştırılıp baharatları ve su eklenir.
- Hamurdan bezeler hazırlanır.
- Bezeler tabak büyüklüğünde açılıp, sulu içten bir kaşık kadar yayılarak konur ve bir tabak yardımıyla etrafı kesilir.
- Kızgın sac üzerinde pişirilip tereyağıyla yağlanır.
Afiyet olsun…