Susamlı Kurabiye

Bu yıl kışın gelmesini iple çektim. Aslında soğuk ortamları sevmem ama bu kışın sonu belki yönüm farklı yerlere çevrilmiş olacak ve buna yaklaştıran her adım beni mutlu ediyor. Merak edenlerin bir süre daha merak edeceklerini söylemeliyim çünkü bu zamanı gelince açıklayacağım şimdilik ben de gizli kalacak bir konu.

 Yazının başına böyle gizemli başladım ki, arkasını da merakla okuyun diye.:) Resmini gördüğünüz güzeller benim ilk göz ağrım. İlk yaptığım ve hala yapmaya devam ettiğim harika kurabiyeler. Susamlı tuzlu kurabiye tarifi çoktur ama bu lezzette olanı yoktur. Olayın kendisine de dikkat çektikten sonra şimdi tarife geçebiliriz.:)

 

Malzemeler:

  • 1 çay bardağı erimiş tereyağı
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 1 yumurta
  • Yarım paket kabartma tozu
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Aldığı kadar un

Yapılışı:

  • Yumurtanın akı hariç tüm malzemeyi karıştırıp kurabiye hamurunu hazırlayın.
  • Fırını 160° ye açın.
  • Kurabiyeleri istediğiniz gibi şekillendirip önce yumurta akına sonra da susama batırıp tepsiye dizin.
  • Kurabiyeler pembeleşene kadar pişirin. Bu kurabiyelerin aslı kızarmadan pişiriliyordu…deneme yanılma yöntemiyle fırın ısısını düşürüp kurabiyeleri daha uzun süre fırınlayınca çok daha lezzetli olduğunu fark ettim.

Afiyet olsun…

Cuma Yazıları / Unuttuğumuz Hacamat…

Birkaç gün öncesine kadar hacamat kelimesi hafızamda çocukluğumdan kalan çağrışımlardan başka bir şey ifade etmiyordu. Taki yorumcu olarak tanıdığım sevgili Ayber abla ile bu konu hakkında konuşana kadar. Sağ olsun o beni bu konuyu araştırmaya teşvik etti ve kendi bilgilerini de benimle paylaştı. Meğerse ne muhteşem bir şeymiş bu hacamat! Hakkında bunca hadisi şerif bulunan bir tedavi yöntemi hakkında bu kadar az şey biliyor olmamdan dolayı ben kendimi çok kınadım. Ama bu unutma tabi ki sadece benim hatam olmazdı. Bu bize kasıtlı olarak unutturulmaya çalışılan sünneti seniyelerdendi.

Çocukken annemin babama yaptığını çok net hatırlıyorum. Ben eskilerin devam ettiği alışkanlık vs. nin mutlaka bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Yani kökümü elhamdülillah inkar etmem. Bu düşüncelerle hacamat hakkında edindiğim bilgileri özet olarak sizlerle paylaşmak istedim. Hatta nasip olursa bu işi öğrenmeyi ve devam etmeyi düşünüyorum.

Efendim önce şunu belirtmeliyim ki, hacamat çoğumuza çook uzak gibi gelse de özellikle Arap ülkeleri olmak üzere Almanya, Kanada, Çin, Malezya’dan, Avustralya’ya dünya da yaygın olarak kullanılan alternatif bir tedavi metodu.

Hacamat hakkında hadisler bakın ne diyor?:

Ey Muhammed kan aldırmaya (hacamata) devam et ve ümmetine de bunu emret” (Tirmizi Tibb 12, Ibn Mace Tibb 20 Müsnet I, 354)

“Damardan veya deriden kan aldırmak, tedavi olduğunuz şeylerin en faydalılarındandır.”

“Sefer ediniz şifa bulunuz, oruç tutunuz şifa bulunuz, hacamat olunuz şifa bulunuz.”

Hayber’de zehirli koyun etinden zehirlendiği zaman, Cebrail (a.s) kendisine, hemen kafasının arkasından hacamat yaptırmasını söylemiştir. Ibn Ömer (r.a) söyle buyurdu: “Ben, Rasûlullah (s.a.v)’den su buyruğu işittim:

“Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır. Hacamat olmak akli ve hifzetme (ezberleme) gücünü arttırır.” (2) Yine bir Hadis-i şeriflerinde:

“Hacamat her hastalığa faydalıdır, uyanık olun hacamat olun.” buyurmuştur.

Hacamat efendimizin hem tavsiye ettiği hem de devam ettiği sünnetlerden. Hacamat  belli hastalıkların tedavisinden çok vücuttaki fazla kanın alınmasında kullanılan bir tedavi. Bu kanın vücutta bir çok rahatsızlığa sebep olduğununda da burada altını çizmek lazım. Hacamatla alınan bu kan temiz kan olmayıp bilakis vücuda zarar veren kirli kandır. Ve bu kanın vücuttan uzaklaştırılmasıyla vücuttaki kanın akışkanlığını artar  ve dolaşımı kolaylaştır.

Hacamat neden yapılır?

Hacamatın birinci hikmeti sevgili peygamberimizin (s.a.v.) sünneti olması ve Mirac’ta verilmiş olmasıdır. Onun her bir sünnetine uymanın ne kadar makbul olduğu hepimizce bilinmektedir.

Biz tabiki isin tıbbı yönüne bakacak olursak önce hacamat (kan aldırmak) damardan değildir. Kan bağışı ile hacamat tamamen değişik iki yöntemdir.  Hacamat vakum usulu ile vücudun çeşitli yerlerinden kan almaktır. Damardan değil. Hacamatla vücutta fazla kan kalp ve beyin sektelerine, sinirsel rahatsızlıklar, alerji gibi bir çok hastalığa sebep olmaktadır. Hacamatla; iste bu fazla kan ve deri altındaki kirli kanlar dışarı çıkartılır. Deri altındaki kılcal damarlardan kan dolaşımı normal dolaşıma nazaran daha yavaş yürüdüğünden dolayı yıllarca bu kanlarda kirlenme oranı artar. Bu sebepten dolayı vücutta çeşitli rahatsızlıklar (bas ağrısı, bel ağrısı, diz ağrısı, uyuşukluk, tembellik, ağırlık, v.s) bas gösterir. Hacamat ile deri altındaki bu rahatsızlıklara sebep olan kan dışarı çıkartılarak kanin rahatça dolaşması sağlanmış olur.

Hacamat nasıl yapılır?:

Önce, bardak vb. den oluşan kupa kan alınacak yere vuruluyor, orayı havasız bırakıp uyuşturuluyor. Ayni yeri neşterle et ile deri arasını 2 veya 3 milim çiziliyor. Sonra kupayı neşterlenen yere tekrar vuruluyor. Kılcal damarlardan kan gelmeye başlıyor. Bu genellikle üç defa tekrarlanıyor. Tedavi 20-25 dakika sürüyor. Ortalama 300-350 gram kadar kan çıkarılıyor.

(Hacamat yapılırken çizikler o kadar ince yapılır ki, çizilen yerler kabuk bile bağlamadan aynı gün iyileşme görülür.)

Hacamat yaptırmak 70 hastalığa şifadır..

  • Bas ağrısı, yarim bas ağrısı ve sinüzit
  • Tembellik, uyku fazlalığı 
  • Yüksek tansiyon ve seker hastalığı 
  • Prostat ve cinsel zayıflık
  • Sırt ağrısı, bel grisi (lumbago), diz ağrısı, yanlarda uyuşukluk
  • Hormon bozukluğu
  • Yumurtalık hastalıkları 
  •  Buna benzer bir çok kadın hastalığı

Hacamatın Faydaları: 

  • Kırmızı kan hücrelerini (alyuvarları) büyüten kanı katılaştıran, dolaşımı bozan fazla asitleri hacamatla vücuttan dışarı atabiliriz.
  •  Kan ve dokulardaki gaz ve toksinleri atar.
  •  Ödemleri çözer.
  • Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, vücuda direnç kazandırır.
  • Kan üretimi ile görevli organları uyarır.
  •  Beyin fonksiyonlarını canlandırır.
  • Ağrıları giderir.
  •  Hastalıkları önler. Bel, boyun fıtığı, eklem ağrıları, karaciğer, kalp hastalıkları, psikolojik hastalıkların ve bunun gibi tüm hastalıkların tedavisinde yardımcı olur.
    Hacamatta kanser’den kısırlığa kadar birçok hastalığa şifa vardır. Hacamatın faydası akılla bilinebilecek bir şey değildir, nakille bilinir.
    Hacamatın faydalı olduğu yaşlar, 7 yaş ile 70 yaş arasıdır. Kadınların adet nedeniyle hacamata ihtiyacı yoktur görüşü yanlıştır.
    Adet şifayı gerektirmez, şifa için hacamat olmaları gerekmektedir. Efendimiz’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları hacamat olmuşlardır.
    Büyük alimler 3 ayda bir hacamat olurlardı.

    Rasûlullah (s.a.v), bas ağrısından dolayı alnının her iki yanından, zehirlenmeden dolayı her iki omuz başı arasından, topuğundaki bir incinmeden dolayı da ayağının üzerinden kan aldırmıştır. (1) Rasûlullah (s.a.v)’in hanımları da hacamat yaptırmıştır. Rasûlullah (s.a.v): “Miraç’tan inerken hangi Melek cemaatine rastlasam, ey Muhammed (s.a.v)! ümmetine hacamat olmalarını emret dediler.” buyurmuştur.

    Londra Milli Hastanesinde ve Kopenhag Kraliyet hastanesinde hacamat’la ilgili Tıbbi araştırmalar yapıldı. Araştırmalar neticesinde kirli kan alınca, koyu kani bulunan hastaların beyinlerinden geçen kan akisi hızlandığı, kanin incelmesiyle, kandaki alyuvar yoğunluğunun azaldığı, hemoglobin seviyesinin düştüğü, böylece kalbin beyne daha rahat pompalama yaptığı tespit edildi. Ayrıca araştırmalarda, kan akisinin artmasıyla insanin ataklığının da fark edilir derecede arttığı görüldü. Hastalıklara karşı kan aldırmanın koruyucu bir rol oynayabileceği bu araştırmalarda ortaya çıktı.Hacamat hangi hallerde yapılmaz?:

    •  Hacamat çok ihtiyar ve zayıf kişilerde 
    •  Kalp Yetmezliği olanlarda
    • Bir yeri kesildiğinde kani durmayan kişilerde 
    •  Hamilelerde
    • Aşırı kansız kişilerde
    • AIDS HIV 
    •  Tansiyonu çok düşük olan kişilerde
    • Küçük çocuklarda 
    • Çok hassas ve korkan kişilerde kanlı hacamat yapılmaması tavsiye olunur, duruma göre kansız hacamat tatbik olunur.

    Kaynaklar:

    1-E. Davud Tip H. 3859. 3860, Tirmizi Tip H. 2052, I. Mace Tip H. 3484. 3484.

    2-Ibn Mâce, Kitâbu’t-Tib, 22.

    3-Buhâri, Tib 13; Müslim, Musakat 62, 63; Ebû Dâvûd Nikâh 26, Tib 3.

Ispanaklı Börek

Kurban bayramı ertesi tüm takipçileri selamların en güzeli olan Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Gurbette Türk sayısı ne kadar çok olursa olsun bayramlar hep mahzun geçer. Biz de sessiz sedasız bir bayramı daha çam gibi devirdik. Darısı gelecekte vatanımda geçireceğim bayramlara… 

Ben börek özürlü biriyim. Her türlü hamuru açarım ama açma börekleri bir türlü kıvamında yapamam. Sanıyorum ki hamur işinde olmaz ise olmaz olan bol yağ kuralına riayet etmememden sebep. Bir türlü elim bol yağ koymaya gitmez ve mutlaka yağı azaltırım ve sonuç da elbette hoş olmaz. Ama bu börek bu kuralı değiştirdi, hem normal sınırlar içerisinde yağ kullanılıyor hem de sert ve başarısız olma riskiniz yok. Yani garanti börek. Tabi börek uzmanları için saçma gelse de benim gibi beceriksiz olan birkaç kişi vardır.

Böreğin hamurunda baklava hamuru gibi su kullanılmıyor. Sıvı malzemesi sadece yağ, yumurta ve yoğurttan oluşuyor. Yarım bardak yağ kullanılıyor ama sekiz porsiyon börek çıkıyor. Yani bizim gibi dört kişilik bir aile için yarısını pişirip kalanı buzluğa atılabilir veya malzeme yarım tertip uygulanabilir.

 

Malzemeler: (Hamur için)

  • 2 tane yumurta
  • 1 çay bardağı yoğurt
  • 1 çay bardağı sıvı yağ
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 paket kabartma tozu
  • Alabildiği kadar un

İç malzemesi:

  • 500 gr. Ispanak
  • 2 baş kıyılmış kuru soğan
  • 200 gr. Beyaz peynir
  • 1 çay kaşığı pul biber
  • Tuz, karabiber

Yapılışı:

  • Hamur malzemeleriyle yoğuracağınız hamuru dört eşit beze yapın ve 10 dakika dinlendirin. ( Dikkat edin kabartma tozu kullanıldığı için bekletme süresini aşmayın, yoksa açarken zorlanabilirsiniz.)
  • İç malzemesini hazırlamaya ıspanağı kıyarak başlayın ve diğer malzemelerle karıştırın.
  • Dinlenen bezeleri açabildiğiniz kadar açın ve ortadan ikiye yarım daire olacak şekilde kesin.
  • Kesilen uzun tarafa ıspanaklı harçtan uzunlamasına koyun ve sararak rulo yapın. İster benim yaptığım gibi önce iki ucu ortada birleştirerek katlanan uçları tekrar birbirlerine değecek şekilde katlayın ve bir porsiyonluk börekler hazırlayın, isterseniz tepsinin ortasından başlayarak sararak tepsiyi doldurun.
  • Fırını 180 de ısıtın ve tamamladığınız tepsiyi sıcak fırına koyun. İyice kızarana kadar pişirin ve ılık servis yapın.

 

Cuma Yazilari / BU BİR OSMANLI SAVAŞ FERMANIDIR…

Tüm takipçilerin cuması mübarek olsun. Bu günkü cuma yazısı biraz uzun ama inanın vakit ayırmaya değer.

Yıl 1912, İngilizler Hindistan’ı işgal eder, Hindistan Kralı Osmanlı’dan yardım ister. Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan’a gönderir. 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan’a çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar.

Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.

Bir sure sonra, adı Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa, Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar.

1918’de Avustralya Çanakkale’ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar.

Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.

Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans Hazretleri,

Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız.

Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı “dır. Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,

Karadeniz diyarından Mentesoğlu Abdullah

İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.

Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralya devletının sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur

Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda şehit edilir.

İki askerin şu an mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdaglar’da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan’da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.

Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin açıklamasından çıkarılmıştır.

Beşamel Soslu Fırında Tavuk

Uzun zamandır tariflerimi sıcağı sıcağına bloguma yazmıyorum. Ama dün yaptığım bir yemek sıradaki diğer tarifleri bir kenarda bıraktı. Yine o anki damak tadıma göre doğaçlama hazırladığım geliştirme tariflerden…amacım körili bir sos hazırlamak ve fazla yüklerden kurtulma çabalıma destek olacak haşlama tavuklu bir yemek yapmaktı… Her zamanki gibi bu niyetle mutfağa girdim ama 1 saat sonra fırın tepsisinde bu nefis tavuk butları sofraya geldi. Önce tavuğu neden böyle hazırladığımı eleştiren ve burun kıvıran oğlum tadına baktıktan sonra mmm…sesleri içinde normal yediğinden daha fazlasını mideye indirdi. Özellikle sosu öyle nefis olmuştı ki, yemeğin sonunda tepsideki sosa ekmeğimi bandırıyordum. Daha önce beşamel sos hazırlamadığımdan tadını bilmiyorum ama, sanırım bu da bir çeşit beşamel sos oldu.

 Rabbim, olmayan herkesin sofrasını ve gönlünü zengin, şükrünü daim eylesin diyerek tarife geçiyorum:

Malzemeleri:

  • 3 adet tavuk budu ( 4 kişi için)
  • 2 kepçe süt ( Bildiğiniz çorba kepçesi…doğaçlama yaptığımdan ölçü kullanmadım.)
  • 1 kaşık un
  • 2 kaşık krem peynir ( Yerine bir iki dilim beyaz peynir de kullanabilirsiniz, benzer bir sosta kullanmıştım ve tadı güzel oluyor.)
  • 1 yemek kaşığı sebze tozu ( İçinde tatlandırıcı kimzasal bulunmayan sadece sebze tozu ve deniz tuzu olan bir karışım. Bunun yerine tuzot gibi malzemelerde kullanabilirsiniz. Veya sadece tuz…)
  • Yarım çay kaşığı köri
  • Tuz, karabiber

Yapılışı:

  • Tavuk butlarını iki parçaya kesip üzerlerini geçecek kadar suda sebze tozu ilavesiyle yumuşayana kadar pişirin.
  • Fırını 170° ye ısıtın.
  • Tavukları haşlama tenceresinden alıp fırın kabına yerleştirin.
  • Tenceredeki tavuk suyunun bir kepçesini tencerenin dıbinde bırakın ve kalanı başka bir kaba aktarın.
  • Tavuk suyunun üzerine 2 kaşık un ve iki kepçe sütü köriyi ve sebze tozunu ilave ederek çırpın.
  • Koyulaşana kadar pişirin ve karabiberle tatlandırın.
  • Hazırladığınız karışımı tavuk butlarının üzerine gezidin ve sıcak fırında üzeri kızarana kadar pişirip sıcak servis yapın.

Farkındaysanız tavuğun mevcut yağı suyunda kaldı ve bu yöntemle çok az yağla nefis bir tavuk yemeği yapabilirsiniz.

Yanında güzel bir salatayla harika bir öğün olur…

Kumpir

Haftadan haftaya bir tane yemek tarifiyle blog dünyasında kötü bir çizgim olduğunun farkındayım ama hala düzeleceğim konusunda ümitlerim var.:) Allah ümitsiz bırakmasın.

Daha önceleri kolay gelen şeylerin artık daha zor geldiğini fark ediyorum. Bunlardan biri de beğeni yorumlarına cevap vermek…aslında kafam da karışık bu konuda. Arkadaşlar şimdi herhangi bir sorunun veya cevap bekleyen bir konusu olmayan beğeni yorumlarına ezbere cevap yazmak mı gerekir yoksa… İlk baştan beri hep yorumlara cevap verilmesini savunmuştum hatta bu konuyu konuştuğum sevgili arkadaşım Ümran, eminim bu yazıyı okuyunca kızacaktır ama insanın fikirleri değişebiliyor. Bu konudaki beklenti ve fikirlerinizi lütfen paylaşın da beni şu sıkıntıdan kurtarın. Herkes gibi yemek blogcusunun ana beslenme damarlarından biri yorumlardır, yanlış anlaşılmasın. Her yorum benim için değerlidir. Ama demek istediğimi siz anladınız.

Kumpiri öğrendiğim ilk günden beri imkan buldukça yapıyorum ve hem pratik hem güzel bir yemek. Önceki resmin miadı dolduğundan resmi değiştirmişken tarifi de önlere alayım dedim.

Kumpir normalde büyük porsiyonluk patateslerle hazırlanoyor ancak bu patatesler her zaman elimizin altında olmyabilir. O zaman normal patatesleri haşlayarak tabaklarda tek kişilik porsiyonlar hazırlayabilirsiniz.

 

MALZEMELER:

  1. Patates
  2. Mısır konservesi
  3. Kornişon turşu
  4. Bebek mısır turşusu (Bu kez kullanmadim ama çok güzel oluyor.)
  5. Tereyağı veya kaşar peyniri
  6. Mayonez
  7. Keçap
  8. Karabiber, tuz

YAPILIŞI:

  1. Patatesleri ister suda haşlayın işter buharda isterseniz de fırınlayarak ezilecek kıvamda pişirin.
  2. kabuklarını soyduğunuz  patateslerin içine bir miktar tereyağ veya rendelenimiy 2-3 kaşık kaşar peyniri, tuz ve karabiber koyup çatalla iyice ezin.
  3. Kornişon turşuyu ister halka halka isterseniz minik minik doğrayın.
  4. Mısır konservesini ve doğradığınız kornişonları tabaklara servis ettiğiniz ezilmiş  patateslerin üzerine serpiştirdim.
  5. En üste mayonez ve keçap dökün.

Gerçek kumpir böylemi yapılır bilmem ama, biz bu tadı çok sevdik. Ayrıca sosis kullananlarda var ama ben bu sosisi sevmiyorum ve kullanmadım, tercih size kalmış.

Cuma Yazıları / Dul Kadın ve Evliyanın Kerameti

Tüm takipçilerimin cuması mübarek olsun.
Bağdat. Dul bir kadın…

Altı öksüz çocuğu ve bir de ihtiyar ana. Kadın geçimi sağlamak üzere, hafta boyu el emeği verir, göz nuru döker iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin etmeye çalışırdı.

Vakti tamam olunca bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara her hafata çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktıki altıyüz dirhem kadar ip eğirmişti, pazara götürmeye karar verdi.

– Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. Onu görünce durakladı. Şeyh mürüdleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak:

– Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun

– Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım.

– Ver bakalım. Benden altıyüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.

– Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi.

Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu nebiçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemsi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi.

Hazreti Şeyh kadına dönerek.

– Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar etti se alırsın.

– Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir.

– İpilik satıldı mı

Abdülkadir Geylani Hazretleri:

– İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir.

Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına:

– Yarın gel, paranı al.

Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Mürütler:

– Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler.

Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek:

– Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda:

– Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi.

Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda:

– Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler.

Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu.

– Para geldi mi efendim

Şeyh bin altını kadına verirken:

– Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu

Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri´ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı.

Alişke Çorbası

Yine bir hafta başı ve okullu okuluna çalışan işine başladı… Özellikle kış günleri çalışan biri olmadığım için şükrederim. Sabah erken saatlerde dışarı çıkmak her ne kadar zindelik verse de bütün gün dışarıda olmak o zindelikten kat kat fazla eziyet olurdu herhalde benim için. Bu biraz da alışkanlık ve şartlanmışlıkla ilgili sanırım. Kendimi bildim bileli çalışan biri olmayı hayal dahi etmedim.:) Eh rabbim de ona göre imkanlar lütfetti elhamdülillah.

Bu gün Tatar mutfağından nefis bir çorba paylaşacağım inşallah. Tatar mutfağı hamur işi hakimiyetinde olan bir mutfak. Bu güne kadar Tatar mutfağından denediğim her tadı çok sevdim. Alişke çorbası da benim sık yaptığım bir çorba. Doyurucu ve lezzetli olmasına rağmen yapımı da gayet kolay.

Çorbanın içindeki hamurlar daha küçük olmalı ama benimki biraz devasa olmuş.:)

Malzemeler:

  • 5-6 bardak tavuk suyu
  • 1 bardak kadar un
  • 1 yumurta
  • 1 orta boy patates
  • 1 küçük soğan
  • 1 tatlı kaşığı salça
  • Karabiber, tuz
  • Sıvı yağ

Yapılışı:

  • Soğanı minik minik doğrayıp yakmadan pembeleştirin, salçasını katıp biraz kavurun.
  • Üzerine tavuk suyunu ilave edin ve minik küpler halinde doğradığınız patatesi ilave edin.
  • Çorba kaynarken un, tuz ve bir miktar suyu karıştırıp kek hamuru veya bulamaç kıvamlı bir hamur hazırlayın. Bu hamur kaşık kaşık çorbanın içine atılacak ve çabuk pişmesi için kıvamının akıcı olması gerek.
  • Kaynayan çorbaya çay kaşığı yardımıyla fındık büyüklüğünde parçalar atarak hamuru bitirin.
  • Hamurlar çabucak pişip çorbanın yüzüne çıkacaktır. Çorbanın tadına bakın ve pişmişse ocaktan bir kenara alın.
  • 1 yumurtayı iyice çırpın ve sıcak çorbanın içine incecik ip gibi akıtın. Yumurta bitince çorbayı şöyle bir karıştırıp ağını kapatın.
  • 5 dakika sonra baharatlarını katarak servis yapın.