Tüm dostları selamların en güzeliyle selamlıyorum. Henüz konuşamayan çocuklar için kullanılan bir tabir vardır “ Ağzının içi laf dolu.” derler, en azından bizim oralarda öyle derler. İşte ben de kendimi tam öyle hissediyorum. Bilgisayarın başına geçip geçmemekte epey tereddüt ettim, tatil mevsimi yokluğum arada kaynar dedim…ama sorumluluk denen şey bu olsa gerek. Ortada kısa bir süre diye verilmiş bir söz var. 2 haftalık jet tatilimizden çuval çuval hatıralarla evimize döndük çok şükür. Yediğimiz içtiğimiz bizim olmadan, gezip gördüğümüzü de anlatmak gerek. Tabi bunca şeyi bir demeye yazarsam sayfama kimse girmez bunu bildiğimden parça parça sizinle paylaşacağım inşallah.
İlk dosya sıcağı sıcağına Antep’den…Neler yedik, neler gördük, kimlerle tanıştık? 4 yıllık hasretin sonunda Antep sokakları benim için susuzluğumu gideren soğuk su misali gibiydi. Hasret kaldıklarımın yanı sıra görmeden sevdiklerimle tanışmak mutluluk vericiydi. Sevgili Naile ve Rabia ile tanıştık, kaynaştık…ikisi de beklediğim gibi sıcak, içten ve hoş hanımlar. Bloglar aynı fikrin insanlarının buluşması açısından insana çok güzel ortamlar sunuyor. Onlarla sohbete gerçekten doyamadım, birkaç saat bana yetmedi ama damağımda kalan tatlı sohbetleri için güzel arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Ayrıca Rabia’nın elleriyle hazırladığı dut reçeli ve Naile’nin mis kokulu el emeği için bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum. İnşallah bir daha ki sefere iki lafın değil epey bir lafın belini kırarız.:))
Sabahın sekizinde vardığımız Antep’ de iki maharetli hanımın, ablamın ve gelinimizin hazırladığı nefis kahvaltıyla, Antep de yani yemeğin başkentinde olduğumuzu anladık. Ağabeyim zamanın kısıtlı olmasından dolayı dinlenme den bize kısa ama hoş bir şehir turu yaptırdı. Elinde görmek isteyebileceğimiz tarihi mekanlar, türbe ve ziyaret yerleri, halka yeni açılan kale gibi yerleri listelediği bir dosya ile bize belki 40 derece sıcaklığa rağmen çok güzel saatler yaşattı. Bazen ağladık bazen hayretleri içinde kuş bakışı Antep’in güzelliklerini seyrettik.
İlk durağımız Pişirici Kastel’i idi…dışarıdaki sıcağa rağmen Kastel’in merdivenlerinden inerken yüzümüze vuran serinlik, ecdadın iklim koşullarına bizden çok daha kalıcı çareler bulduğunu düşündürdü.
Kastel kelime olarak suyun bölümlere ayrıldığı yer anlamına geliyor. Gaziantep’e özgü kasteller eskiden şehrin su ihtiyacını karşılamak için farklı yerlerde bulunan su kaynaklarını, açılan kanallarla şehrin altında belirli yerlere yönlendirilerek halkın hizmetine sunulduğu yerler. Evler ve camiler yer altındaki bu su kanallarının üzerine veya yakınına inşa edilerek su kanallarına kuyular açılarak günlük yaşam için su temin edilirmiş. Pişirici Kasteli şehrin en kapsamlı kasteli olarak öne çıkar. Orta da bulunan çift bölmeli havuzun etrafında küçük hazneler sıralı olup mescit, çimeklik (Yıkanma bölümü) ziyaret yeri ve hela bölümleri mevcuttur. Bulaşık, çamaşır ve yün yıkamak amaçlı da kullanılan kasteller, sıcak mevsimlerde evlerde açılan su kuyularına sıcaktan korumak için kimi erzaklar asılarak soğutma amaçlı da kullanılırmış. Yani bir çeşit buzdolabı olarak…
Üsteki havuzların etrafında bahsettiğim hazneler görülüyor. Resmi çektiğimiz tarafada ise dinlenme yeri ve kayaya oyulan mihrabıyla harika bir mescit var. Resmi aşağıda…
Sonraki durak Gaziantep Savaş Müzesiydi. Ablamın “Görsen gözyaşlarını tutamazsın!” sözünde ne kadar haklı olduğunu anladım. Ayrıntılı bilgiyi bağlantıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. hatta okumakla yetinmeyin, 3 boyutlu sanal bir tura çıkın. İnanın çook beyeneceksiniz. İşgal altındaki sefaleti, bakır tabaklardan yapılan sahan bombalarını, tak takı denilen ve taramalı tüfek sesi çıkaran, amacı sadece düşmanı korkutmak olan aleti ve en son sesli anlatımla ve kronolojik panolar eşliğinde tamamen gerçek olaylarla ve resimlerle hazırlanan sunumu gördükten sonra ben onlarla gurur duydum. Ama onlar bizim halimizi görse ne derdi bilemem!
Bu ev H. Hüseyin Nakıpoğlu tarafından Antep belediyesine hibe edilerek bu hale getirilmiş. Antep’ de tarihin tozlu sayfalarına amaçlı olarak gömülmek istenen tarihi ve milli değerlerimizin simgesi mekanların, restore edilerek halkın ziyaretine açılması Türkiye de gerçekten bir şeylerin değiştiğini düşündürdü. Artık büyük koltukların bir kısmında tarihimize sahip çıkan vatan evlatları oturuyor. Rabbim onlardan razı olsun. Bir Antepli olarak yıllarca Antep kalesini ilk kez bu yıl gezmiş olmam, beni geleceğe yönelik daha da umutlandırdı. Bu halka geçmişini unutturamadılar ve unutturamayacaklar inşallah.
Antep harbinde Faransızların şehrin etrafını kuşatması sonucu açlıkla yüzyüze gelen halk, leğenin içinde görünen acı zerdali çekirdeğini öğüterek tüketmiş.
Üstde ön cepheden görünen eski ev, yeni müzenin bodrumuna inen merdivenleri… Aşağıda bizleri nelerin beklediğini hiç bilemeden bu merdivenleri adımladım. Cam bir yürüme paltformu üzerinde gezdiğimiz ve platformun altında çeşitli tarih kokan eşyaların sergilendiği müze görmeye değerdi. Sanırım savaş sırasında halk ellerinde kalan her türlü malzemeyi savunma amaçlı silahlara dönüştürmek için bu tür bodrumları kullanmış. İçeride resim çekmek yasaktı ve resimleri için üsteki bağlantıya göz atmalısınız.. Resimli anlatımı dinledikten sonra çocukların yerden kurşun parçaları topladıkları, derme çatma tüfek yapılışı, direnişin en can alıcı sahneleri tarih penceresinden çıkmışcasına karşımızdaydı.