Ekleme: Okullarin da kapanmasiyla blogcularin tatili basladi…insallah bir kac ay sonra tekrar burada olacagim. Soru ve görüslerinizi yine yazabilirsiniz, cünkü uzaklarda degilim… Tüm dost ve takipçilerimi Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Cumamız hayırlı ve bereketli olsun. Bu güncuma yazıları için kendi kalemimden çıkan bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Malum, gurbeti vatan değil ama mekan edinenelerdeniz. Ve bu bizim hayatımızın her deminde, her nefesimizde içimizde yanıp duran daimi bir ateş gibi. Bu ateş zaman zaman aşağıdaki yazıda olduğu gibi bir nefeste dilimizden dökülüverir…
Güneşi, yeşili, sevdiğim her şeyi benim olduğu için sevmişim meğerse. Bencilce sahiplenerek sevmişim taşı, toprağı. Çocukluğumu bırakıp gelmişim sanki oralarda. Ruhumu, kalbimi, rüyalarımı…Ben beni bırakıp gelmişim buralara. Ben bende olmadan yaşadım bunca zaman! Kışı geçirip yazı iple çektim hep. Sıcak dışımı yakarken, gözlerimi kapatıp serin hatıralara daldığım için daha çok sevdim temmuzu. Elime aldığım salatılığın kokusunda, sineğin sesinde, yüzüme çarptığım buz gibi suda bile uzaklara gidip geldiğim için. Geçmişten her lahzayı gönlümün en dip köşesine yazdığım için…
Bana sorsan, her harfinin içini doldurarak “Gurbeti ben yaşadım!” derim, hasreti de… En tanıdık kelime hasret, rumuzum hasret, göbek adım da…içim ve dışımda…”Nasıl özledim!” diye söze başlayınca, içimde hep bu hasreti nasıl anlatabileceğimi düşündüm. Kelimleri kelimelerin üzerine kattım, süsledim, kestim, biçtim… ama hep anlatamadığımdan emin olarak sözü bitirdim.
Aşk, uzaktayken şekillendi adı aşk oldu. Hasreti zaten beraberinde getirdi. Gurbet, onu yaşayınca tam anlamını buldu, okuduğum şiirlerdeki gurbet gibi değildi üstelik. O şiirler içimde bir yerleri acıtırdı, ama gurbet içimde acıyacak her noktaya adini yazdi!