1

Antep Mutfağından Yumurtalı Keme Kavurması

Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi sizlerin ve bizlerin üzerine olsun. Hayat bir çok vesileyle yenilenip yineleniyor. Her yeni doğan aile ferdiyle yeniden doğulur… Üretilen her sanat eseriyle sanatçı yenilenmeyi hisseder. Ev hanımları büyük temizlikleri bitirince, uzun zamandır sonucu beklenen bir hadisenin tatılya bağlanmasıyla, sağlık sorunlarından sonra hep bu yenilenme yaşanır. Ve bu yenilenme aynı zamanda bir yinelenme, kendini tekrar etmedir. Bahar asırlardır kuşkusuz bütün topulumlar üzerinde aynı etkileri yaparak devrini tamamlamış. Baharı “aşk” mevsiminden ziyade Allah tarafından lütfedilen nimetleri daha derin soluma zamanı olarak değerlendirmek lazım.

Bahar da bahar gibi tatlar yakışır. Mantarın çok çeşidini bilmem. Ama mantar dünyası keşfedilmeyi bekleyen gizli hazineler gibi gelir bana. Tarifim farklı bir mantar ile bilindik bir yemek. Keme, domalan, yermantarı benim bildiğim isimlerinden. Türüf mantarının ekonomik değeri az olan bir çeşidi. Bu mevsimde Antep mutfağında keme mantarının en sevilen hali kebabı olmak üzere çeşitli yemekleri yapılır. Tevafuk Konya’da da domalan olarak bilinen kemeyi görmek beni çok mutu etti. Eşim bensiz çıktığı bir alışverişte sadece görüntüsüne bakararak -benim otu kökü sevdiğimden- alıp bana hoş bir sürpriz yapmış. Gerçekten kısa zaman içinde yakalanabilecek güzel bir fırsattı. Piştikten sonra tadı ve dokusu bana patatesi hatırlattı.

Kabuklu resmini ekliyorum, bulabilirseniz denemenizi tavsiye ederim.GEDSC DIGITAL CAMERAGEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • 1 tabak kadar keme mantarı
  • 5 tane yumurta
  • 2 kaşık tereyağı
  • Tuz,karabiber, pulbiber

Yapılışı:

Kemenin temeizlenmesi ve soyulması biraz zahmet istiyor. Ben sabahtan su dolu bir kap içine ıslamaya bıraktım, zira üzerinde epey toprak oluyor. Suya ıslanan kemeleri dikkatlice soyacak yardımıyla soydum. Mümkün mertebe ince soymaya çalışın. Hatta Antep de kalın soymammak için yüzeyi pütürlü taşlara sürerek kabuklarından temizlerlermiş.

Soyulan kemeleri küçük küçük doğrayın ve tereyağında kavurun. Rengi hafif pembeleşip dokusu değişince tadına bakın ve yumuşamışsa çırpılmış yumurtaları kırın. Gerisi bildiğiniz gibi.

Afiyet olsun.

2

Sebzeli Tavuk Kavurması

Allah’ın selamı hepimizin üzerine olsun. Artık neden sık tarif eklemediğimle ilgili uzun cümleler kurmayacağım. Kendimi hiç bir konuda sıkmak istemediğim gibi bu konuda da rahar bıraktım.

Yaklaşık altı aydır uyguladığım diyet çok şükür başarıyla sonuçlandı. Artık yeni tarifler deneyebilirim ama yine de sık tarif ekleme konusu biraz muallak.

Ramazan’da dışarda yediğim ve hemen ertesi gün tadından yola çokarak yapmaya çalıştığım bir tarif paylaşacağım. Lokantada sadece tavuk yemeği demişlerdi ama ben yapılış usulüne bakarak sebzeli tavuk kavurma diyorum.

Ben tadını çook beğendim. İçinde karabiber ve tuz hariç baharat yok ve tam istediğim gibi az işlem ve katkısı olduğundan herşey doğal tadıyla.

pizap

 

Malzemeler:

  • 600-700 gr. kuşbaşı tavuk eti (Ben tüm tavuğun yarısını kullandım.)
  • 2 tane domates
  • 4 tane sivri biber
  • Tuz, karabiber

Yapılışı:

  • Tavuğun derisini ve yağlarını 5 dakika önceden tencere veya derin bir tavaya koyup kavurmaya başlayın.
  • Tavuğu ilave edip orta ateşte su koymadan kendi suyunda pişmeye bırakın.
  • Tavuğu çok kavurup içindeki suyu çektirmeyin, et yumuşamış ve ısırdığınızda içindeki pembelik gitmiş olacak.
  • Tavuk kıvama gelinde yine kuşbaşı olarak iri doğranmış biber yemeğe katın ve kavurmaya devam edin.
  • Biber solunca domatesleri ve baharatını katın, domatesler hafiften sulanınca yemeği ocaktan alıp servis yapın.

Yanında pilav veya makarna çok güzel oluyor. Afiyet olsun.

3

Tava’da Ekmek Böreği

Allah’ın selamı tüm sevenlerin üzerine olsun. Güya kış hazırlıklarımdan bir gönderi oluşturacaktım ama resimleme işinden dolayı erteledim. İnşallah bir dahakine…

Evde hemen hazırlanacak ve yiyenlerin ekmek olduğuna inanmayacakları, kendi geliştirmem olan bir tarif paylaşacağım. Gerçekten hem çok lezzetli hem çok basit. Kullanacağımız ekmek yuvarlak ve fazlaca içli olmamalı. Ben Konya!da tava ekmeği denilen ekmeği kullanıyorum. Ramazan pidesi gibi olan ekmekler tarifimiz için uygun olacaktır.

rh

Malzemeler:

  • 1 adet tava ekmeği,ramazan pidesi vb.
  • 1 kase kaşar ve beyaz peynir karışımı, veya sade kaşar. (Eriyip ekmeği yapıştırması için kaşar olması gerek.)
  • 3-4 kaşık sıvıyağ

Yapılışı:

  • Ekmeğin büyüklüğünde yapışmaz bir tavayı orta ateşe koyun ve ısıtın.
  • Tava ısınırken ekmeği yatay olarak ortadan ikiye kesin.
  • Isınmış olan tavaya 1 kaşık yağ koyun ve üzerine dilimlediğiniz kaşar ve beyaz peynir karışımının yarısını yerleştirin. Bütün işlemler süresince ocağın altı kısık olacak ki, ekmek için için yumuşayıp börek kıvamına gelsin.
  • Peynirin üzerine ekmeğin kestiğiniz yarı parçasını kesilen iç tarafı tavaya, kabuk tarafı üste gelecek şekilde yerleştirin.
  • Tavayı sallayarak peynirler kızarana kadar pişirin.
  • Pişen ekmeği tavada ters çevirin, tavaya 1 kaşık daha yağ ilave edin.
  • Diğer ekmeği içleri birbirine gelecek şekilde tavaya yerleştirin. Ekmek kesmeden önceki halini alacak.
  • Ekmeğin tavaya gelen tarafı kızarınca ekmeği tavadan keldırıp yavaya 1 kaşık yağ ve  kalan peyniri yerleştirin ve üzerine tavadaki ekmeği ters olarak koyun. Ekmeğin altı tarafı üste gelecek şekilde.
  • Bu şekilde yine ekmek ve peynir kızarana kadar pişirip sıcak olarak dilimleyerek servis yapın.

Deneyin pişman olmayacaksınız.

 

2

Antep Mutfağından Pirinçli Börek

Tüm sevenleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamıyla selamlıyorum.

Blog  ve Face’den takipçim sevgili Meral ablanın  hatırlatmasıyla yeniden buradayım.:)  Face’de kendi yaptıklarımdan başka yemek paylaşınca bana sitem edip kaçak güreştiğimi söylemesi çok hoştu.:) Evet ne kadar takip eden seven var bilinmez ama bekleyenleri üzmemek gerek.

Bu gün güzel mutfağımız Antep mutfağından nefis bir börek paylaşımım olacak.  Tarifi daha önce de paylaşmıştım ama ölçü ve resmi yenileyerek tekarar koymak istedim.

Yağda kızarması ve kıymayla yapılması ağır olacağını düşündürse de, yapılış yöntemi itibariyle sanıldığı gibi değil.  Böreğimiz ekseri Antep’de cenaze sonrası hayrat olarak yapılıp dağıtılır. İnançlarımızın arasına girmiş bir bidat olan kırkıncı gün gelenğini tamamlar.

Hamuru sade, mayalı bazende yağ yumurta gibi farklı malzemeler kullanılarak isteğe göre hazırlanabiliyor. Ama kızartma olmasından dolayı sade veya mayalı hamurla daha hafif olur.

oie_Vvb9IdGxYE1E

 

Malzemeler:
Hamuru için:

  •  3 bardak un
  • Yeterince su
  • Tuz

İç harici:

  • 150-200 gr kıyma
  •  Yarım bardak  pirinç
  • 2 tane yemeklik doğranmış soğan
  • Karabiber, tuz, haspir

Yapılışı:
Yoğurulan hamur 30- 40 dakika dinlendirin.

Kıymayı kavurup suyunu çekince soğanları ekleyin ve soğanlar yumuşayana kadar kavurmaya devam edin.

Diğer tarafta pirinci diri kalacak şekilde pişirin ve kavrulan kıymaya katın. Malzemenin üzerine bir bardak kadar su koyup kaynamaya başlayınca ocağın altı kısın ve pilav gibi pişirin.. Demlenen iç harcını bir tepsiye dökerek soğumasını hızlandırabilirsiniz. Böreklerin hazırlanması için tamamen soğuması gerek.

Hamurda cevizden büyük parçalar koparıp bıçak sırtı kalınlığında açın, iç malzemesini koyup boş tarafı dolu tarafın üzerine kapatın. Bir tabak yardımıyla kenarlarını kesin. Zeytinyağında orta ısıda kızartıp kağıt havlu üzerine alın.

 

0

Kıska Soğanlı Kuzu Yahnisi

Herkesi Allah’ın selamıyla selamlıyorum.  Bir takipçimin jübile yapıp yapmadığımı sormasıyla ben yine kendime geldim ve buradayım.:)

Her ne kadar kendim sağlıklı yaşam diyetine başlamış olsam da aile efradına yemek yapılıyor. Gerçi uyguladığım beslenme düzeninde kesinlikle aç kalmıyorum ve tatlılar haricinde pek de birşeyden mahrum değilim.  Bu yemek  de bir parça tam buğday ekmeği ve ev yapımı yoğurtla benim düzene uygun bir öğün.

Et olarak tercihiniz kuzu veya koyun olursa daha güzel olur.

GEDSC DIGITAL CAMERA

  • Yarım kg. orta yağlı kuşbaşı kuzu eti
  • 1 kase küçük (kıska) soğan (Normal soğanı ikiye veya dörde bölerek de kullanabilirsiniz.)
  • 6-7 tane çeri domates veya 2-3 normal domates.
  • 2-3 tane yeşil biber
  • Tuz, karabiber
  • Eti, soğanı ve doğranmış biberleri baharatlarla karıştırıp düdüklü tencere veya normal iyi kapanan bir tencereye koyun.
  • Üzerine yarım çay batdağı su koyoraka et yumuşayana kada pişirip domatesleri ekleyin.  Düdüklü tencere kullanamyacakasınız tencerenin kapağını çok fazla açmayın. Domatesler  pişince ocağın altını biraz açın ve tenceredeki suyun çekmesini bekleyin. Ocaktan alıp sıcak servis yapın.
0

Antep Mutfağı’ndan İçli Köfte Hazırlama Seti Lavantin’in Tarifi ile PratikChef’te …

Sevgili PratikChef Şükran Sargın

Farklı yörelere has lezzetler Türk Mutfağı’nın zenginliğini oluşturuyor. Bu yöresel lezzetleri hazırlarken kimi zaman doğru malzemeleri bulamadığımızdan kimi zamansa eksik malzemeler nedeni ile tarifleri asıllarından farklı hazırlamak zorunda kalabiliyoruz. Biz https://www.pratikchef.com.tr/ olarak yöresel lezzetlerimizin aslına uygun hazırlanabilmesi için doğru ve eksiksiz tarif setlerini sunmaya başlıyoruz.

Yöresel lezzet paketlerimizden ilki Antep Mutfağı’na özel tariflerden İçli Köfte. Lavantin Antep Yemekleri blogunun sahibi ve ‘En Güzel Antep Ev Yemekleri’ kitabının yazarı Şükran Hanım, bu klasik tarifi evinde yapmak isteyen ancak Antep’deki hanımlar kadar köfte yoğurma alışkanlığı olmayanları düşünerek aslına uygun olarak geliştirmiş. Bizde doğru, eksiksiz ve tam gerektiği miktarda malzemelerden oluşan İçli köfte hazırlama setini sizin için hazırladık.

Lavantin Antep Yemekleriden İçli Köfteyi hazırlarken

  • İçli köfte için en uygun ince bulguru Reis’den aldık.
  • İç malzemesi için Naturet’in özel vakumlu ve helal sertifikalı kıymasını tercih ettik.
  • Kızartmanızın hafif olması için Yudum ayçiçek yağı tercihimiz oldu.
  • Yumurta olarak her zamanki gibi Keskinoğlu’nun free-range yumurtasını kullandık.
  • Diğer tüm malzemeleri de kaliteli markalardan ve günlük taze ürünlerden hazırladık.Antep Mutfağı’nın bu özel tarifini denemek ister misiniz?

 

 

PratikChef_Kit_Resize_640x465_yuvarlakPratikChef_Kit_Full_resize640x465_yuvarlak

Yemeğin tarifinde bulununan tüm ürünlerin en kaliteli ve tazesini sizin için seçiyoruz.

Tüm malzemeleri yemeğin yapımında kullanacağınız şekilde hazırlıyor ve tarifte kullanıldığı miktarda paketliyoruz.

Malzemeleri yemek yapımında kullandığınız sıra ile numaralandırıp tarif kartı ile birlikte kutuluyoruz.

Malzemelerin tazeliğini korumak için özel yalıtımlı ambalaj içerisinde gönderiyoruz. Yemek Pişirmenin Keyifli Yolu’nu sunuyoruz.

ShoppingBasket_resize_yuvarlakHeatSafe_resize_640x465_yuvarlak

Copyright © 2014 PratikChef, Tüm hakları saklıdır.

Posta Adresimiz:

PratikChef

Merdivenköy Yolu Sokak, İstanbul, Türkiye
Zorlu Sokak No:5/2 Tekar Yapı Küçükbakkalköy Ataşehir

İstanbul 34758

Turkey
2

Kavurmalı Pide

Tüm dostları Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Ben de gelirmişim yani! Bir yorumcumun “6 ay”  demesiyle kendime geldim. İnşallah devamı gelir.

Pideler malum olduğu üzere sebzeden etlere her türlü malzemeyi çok güzel taşıyan hamurişleri. Hemen her yerde ufak farklılıklarla yapıldığını tahmin ediyorum. Ben ilk kez kavurmalı denedim ve tahmin edeceğiniz gibi nefis oldu. Tarifini verecek detaylı bir yemek olmasa da ben bile ilk yaptığımdan neyi nasıl yapasam diye düşündüm. Bu yüzden tarifimiz  mutfakla ilişkisi yeni başlayanlara gelsin diyelim.

Kavurmalı Pide

Malzemeler: (Hamur İçin)

  • 2 bardak ılık su
  • Yarım bardak sıvıyağ
  • 1 yumurta
  • 1 silme kaşık tuz
  • yarım paket yaş veya 1 yemek kaşığı kuru maya
  • Pidenin üzerine sürmek için bir parça tereyağı

İç Malzemesi:

  • 400-500 gr kavurma
  • 2-3 tane ince kıyılmış kuru soğan
  • 3 tane yumurta
  • Karabiber

Yapılışı:

Hamur malzemelerini karıştırıp yoğurun ve mayalanmaya bırakın.

Soğanları ve kavurmayı bir tavaya koyup soğanlar yumuşayana kadarkısık ateşte kavurun.

Ilıyan iç malzemesine karabiberi (pulbiberde kullanabilirsiniz.) ekleyip karıştırın.

Fırınızı 200 dereceye ısıtın.

Mayalanan hamurdan ortalama yumurta büyüklüğünde bezeler hazırlayın.

Bezeleri önce yuvarlak olarak biraz büyütün ve sonra tek yöne doğru açarak oval şekle getirin. Kalınlığı yarım cm olacak şekilde ayarlayın.

Tepsinizin büyüklüğüne göre açtığınız hamurları kağıt serilmiş veyayağlanmış tepsiye yerleştirin.

Hamurların üzerine iç malzemesini orantılı bir şekilde yayın ve hamurun uç taraflarına su sürün. Su sürdüğünüz uçtan başlayarak hamuru 1 cm içe malzemenin üzerine oğru katlayarak diğer uca kadar gidin.

Bu şekilde tepsiyi bitirin. Genellikle bir tepsiye en fazla 3 tane pide sığıyor.

Fırına koymadan üzerine çırpılmış yumurtadan gezdirin ve sıcak fırına koyun.

Ben pidenin üzerine yumurta sarısı sürmeyi sevmediğimden pide kabardıktan sonra bir çatala geçirdiğim tereyağıyla yağlarım. Sizde ister fırına koymadan yumurta sarısı sürün, isterseniz benim gibi yapın.

Afiyet olsun.

2

Çıtır Tavuk

Allah’ın selamı tüm inananların üzerine olsun. Yaz dönemi yavaş yavaş yerini serin günlere bırakırken benim için tekrar blog yazmanın zamanı gelmiş oluyor. Yazmadığım süre içinde çiçeği burnunda kitabımı tebrik eden, okuyup beğenilerini e posta ve yorumlarla bana ileten tüm takipçilerime teşekkür ediyorum.

Bu gün vereceğim tarif Face’de dolaşan ve ismiyle bile insanın iştahını açan bir yemek. Çıtır tavuk pişirme usulu ile tavuğun kendi suyunun içinde kaldığı nefis bir tavuk yemeği.  Ben göğüs etini hiç yemem. Yağsız oluşundan bana kuru ve yavan gelir. Ancak yemeğin tadına baktığımda göğüs eti olduğuna ben bile inanamadım. Çok kısa sürede pişmesinin de katkısıyla yumuşacık ve lezzetliydi.GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • 2 tavuk göğsü
  • 2 yumurta
  • Yarım bardaktan fazla un
  • Tuz, karabiber, pulbiber
  • İsteğe göre kekik veya kimyon

Yapılışı:

  • Tavuk etlerini parmak kalınlığında doğrayın.
  • Etlerin üzerine yumurtaları kırıp tuz ve karabiberini atın. Etleri malzemeyle iyice karıştırıp unu serpiştirin ve tavuk parçalarının her yerinin unlanması için iyice harmanlayın.
  • Geniş bir tavayı ısıtın ve 2-3 kaşık zeytinyağı koyun, kızgın tavaya tavukları atıparkalı önlü kızartın. Kızartırken çok sıkı yerleştirirseniz sulanabilir.
  • Pişen tavuk etinin üzerine isteye göre pulbiber ve kimyon serperek piyazla tüketin.
30

Kitabım “En Güzel Antep Ev Yemekleri” Çıktı!..

“Yöre nar, incir, dut, şeftali, zerdali, kayısı, beyaz ekmek ve yoğurduyla dünyaca ün kazanmıştır. Cennet bağlarına örnek öyle bahçeleri var ki, yalancı ve ölümlü dünyaya özgü “İrem”ler sayılırlar.  Kısacası bu şehri anlatmaya, ne dil ne de kalem yeter. Dünya yüzünden geniş bir ili, göz alıcı büyük yapıları, her yerden aranan eşyası, birçok mezraaları, bolluk ve verimliliği, bitimsiz yiyecek ve içecek pınarları ve ırmaklarıyla burası “Şehr-i Ayıntab-ı Cihan” (Dünyanın Gözbebeği Şehri)” dir. “ Evliya Çelebinin bu güzel övgüleri yaraştırdığı Antep, kaynaklarda Ayıntap olarak geçer. Manası güzel pınar, suyu güzel olan yer demektir. Bir ucu Akdeniz’e diğer ucuyla doğuya bakan şehir, üzerinden gelip geçen kültürlerin etkileri ve coğrafi konumu sebebiyle, geniş bir mutfak kültürüne sahiptir. Gidenlerin ardında kalıcı izler bıraktığı zengin mutfağından dolayı, kimilerince yemeğin başkenti olarak ifade edilir.en-guzel-antep-ev-yemekleri_avatar_orj

Allah’ın selamı hepinizin üzerinize olsun. Bu gün bambaşka bir gönülle yazıyorum. Önsözünden bir bölümü yukarda okuduğunuz ve temelinin 2010 yılında ben henüz bir gurbetçiyken atıldığı  güzel bir serüven bu… O zamanlar üstü kapalı olarak bahsetmiştim, ancak çoğu takipçim tarafından bu Türkiye’ye dönüşümüz olarak algılanmıştı. Oysa kulaklara bambaşka bir olayı fısıldamak istemiştim. 2010 yılının baharında kaleme almaya başladığım, kendi yörem Gaziantep’in o harika mutfağının dillendirildiği “En Güzel  Antep Ev Yemekleri” kitabım Hayykitap‘tan piyasaya çıktı.

Yurt içi dağıtımının hangi aşamada olduğunu bilmiyorum ama İnternet mağazalarında  satışına başlandı. Müthiş bir emeğin ürünü olan  kitap, kendi alanında en kapsamlı kaynaklardan biri. Annemin mutfağında şekillenip rahmetli dedemin imbiğinden  süzülen bir yemek kültürünün aktarımı. İçerik olarak oldukça geniş bir tarif yelpazesi mevcut. Gaziantep’in ev yemeklerinden tutun lokanta yemekleri, tatlıları ve evlerin dışında satılan yiyeceklere de yer verdim. Ayrıca kitapta sadece tarifler yok, hayatın içinden sıcacık anılarlar ve bahsi geçen tariflerle alakalı çeşitli anlatımlar bulacaksınız. Yani sedece yemek tafi okumayacak, Antep’ in kültür yapısıyla ve insanlarıyla ilgili hoş bilgiler edinecekseniz.

Kitabı yazarken beni en çok mutlu eden, yerel kültürümüzün büyük bir parçası olan yemek kültürümüzün geleceğe taşınması adına  benimde çorbada tuzumun olacak olmasıydı. Kendi çocuklarıma ve gelecek nesillere bırakabileceğim güzel bir eser oldu. Bu çalışma için bana teklif getiren daha doğrusu bu fırsatı bana veren editörüm Arzu Aygen Hanıma, yayın koordinatörü Ahmet Dağdelen ve Hayykitap çalışanlarına, ayrıca emeği geçen herkese gönülden teşekkür ediyorum.

Bizler yemek kültürümüz de dahil kendi kültürümüzü geleceğe aktarmaz isek bu kültür zamanın ve aşındırıcı güçlerin etkisiyle yok olup gidecektir. Ancak sahip olduğumuz bu eşsiz değerler bizim için kaybedilmesi göze alınamayacak kadar elzemdir .

Şu an için İnternet üzerinden sipariş vermek için şu adresleri kullanabilirsiniz:

D & R:

http://eski.dr.com.tr/Kitap/En-Guzel-Antep-Ev-Yemekleri/Sukran-Sargin/Hobi/Yemek-ve-Tatli/Yemek-Kitaplari/urunno=0000000446935

İDEFİX:

http://www.idefix.com/kitap/en-guzel-antep-ev-yemekleri-sukran-sargin/tanim.asp?sid=LGFTRGLBEG0AHE0ONDW0

KİTAP YURDU:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=657486

5

Sultan Lokumu

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sosyal olmak bana yaramıyor. Yurtdışındayken  sosyalliğim Net ile sınırlıydı ve sayfama vs. daha çok vakit ayırabiliyordum. Şimdi bu sosyallik sanaldan çıkıp gerçeğe dönüşünce ben işi biraz abarttım galiba. Bunun getirisi olarak uzun zamandır sayfama uğrayamadım. Tabi bunu tek sorumlusu komşularım değil. Son bir aydır bitkisel bir kür uyguluyorum ve son 4. günündeyim. Bu da beni biraz oyaladı. Bu kürden daha uzun uzun bahsedeceğim inşallah. Sadece şunu söyleyeyim ki, doktorların ömür boyu  ilaç, ameliyat vs. dediği birbirinden  farklı bir çok sağlık sorunumdan rabbimin izni ve kulunun vesilesiyle kurtuldum. Tıbba saygım var, ancak modern tıp diyerek üzerimizden kar elde edip bizleri ömür boyu bazı  güya tedavilere mahkum edenlere asla!

Neyse sıhatimdeki hoşluğa yakışır bir tarifim var bu gün. Sultan lokumu deniyor.  Komşum yapmıştı ve yiyen herkes benim gibi tarifini almıştı. Çok basit malzemeler ve yapımı da çok kolay. İrmikli sütlü tatlılara karşı  ön yargım vardı ama sultan lokumu onu giderdi.GEDSC DIGITAL CAMERAMalzemeler:

  • 3 bardak süt
  • 7 yemek kaşığı şeker
  • 7 yemek kaşığı irmik
  • 1 torba kremşanti
  • 1 kase hindistan cevizi

Yapılışı:

Süt, şeker ve irmiği tencereye koyup ocağın üzerine koyun. Karıştırarak koyulaşana kadar pişirin.

Ocaktan alıp ılımaya bırakın ve ılıyınca toz şantiyi ekleyip iyice birbirine yedirin.

Ilıkken elinizle ceviz kadar toplar yapıp yuvarlayın ve hindistan cevizine bulayıp servis tabağına dizin. Soğuk servis yapın.

Afiyet olsun.

3

Cuma Yazıları / Yavuz Sultan Selim

Tüm Muhammet ümmetinin cuması mübarek ve bereketli olsun.

Yavuz Sultan Selim henüz beş-altı yaşlarında bir çocuktu.Amasya’daki sarayın bahçesinde ok talimi yapıyordu. Yay boyunu aşıyordu ama o bu yaşta attığını vurmaya başlamıştı.Babası Sultan II. Bayezid bir ağacın arkasında onu seyrediyordu. Yavuz son okunu da tam hedefe saplayınca, dayanamadı; saklandığı yerden çıkıp, oğluna sarıldı:

-“Allah gücüne güç katsın oğlum. Ama niçin yalnızsın?” Küçük Selim hayretle:

– “Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir!” Aldığı cevap, Bayezid’i şaşırttı ama belli etmedi. Sarayın bahçesi ulu ağaçlarla süslüydü. Ormandan farkı yoktu.

– “Oğulcuğum, tek başına buralarda dolaşma. Düşmanlarımız var. Allah korusun; san bir kötülük etmek isteyebilirler!” Selim duraklardı. Sonra, iki yaşından beri yanından ayırmadığı küçücük kılıcını çekip:

– “Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık. İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir?”  II. Bayezid, hayretten donakalmıştı. Onda kimsede olmayan bir şeyler vardı. Vaktinden önce gelişmiş, aklı boyunu aşmıştı. Selim’i, elinden tutup, saraya götürürken; “Hiç şüphem yok. Bu çocuk ilerde ne yapıp edip padişah olacak. Şimdiden ona tahtın yolunu açmalıyım.” Böyle düşündü ya, gün gelip Şehzade Selim, istediğini almasını bildi ve Osmanlı’nın Yavuz Sultan Selim’i oldu…

2

Sütlü Ispanak Çorbası

Allah’ın selamı üzerimize olsun.

Yıllar var ki  ıspanak çorbası denemek isterim. Ama aldığım ıspanağı çorba yapmaya kıyamam ve börek olarak sofrada yerini bulur. En nihayetinde ıspanağı çorba yapmayı başardım. Tarif doğaçlama, herhangi bir kaynak kullanmadım. Sütle hazırlanan çorbalardan yola çıkarak yaptım. Ispanağa süt, krema tadı yakıştığından tadı da hoş oldu. Yanında yine makarna vs. hafif bir yemekle güzel bir öğün olur.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • 300 gram kadar ıspanak yaprağı
  • 2 bardak süt veya denk olacak kadar çiğ krema
  • 1 tane kuru soğan
  • 2 kaşık un
  • 2 bardak et veya tavuk suyu
  • 2 bardak su
  • Tuz, karabiber

Yapılışı:

Soğanı tereyağında pembeleştirin ve doğranmış ıspanakla ıspanak ölene kadar bir iki çevirin.

Ispanağın üzerine et suyu ve tavuk suyu katıp malzeme yumuşayana kadar pişirin.

Çorbayı mikserden geçirip, unu sütle çırparak tencereye ilave edin.

Bir süre daha pişirip ocaktan alın. Baharatlarını ekleyip sıcak servis yapın.

Afiyet olsun.

1

Antep Mutfağından Bakla Tavası

Allah’ın selamı bizlerin üzerine olsun. Baharın kendini ufak ufak hissttirmesiyle fıtrat gereği damak tadımızda mevsime göre değişmeye başladı. ne kadar ilginç ve mükemmel bir sistem! Kışın başında mandalinalar nasıl sevilerek tüketiliyordu. Sonra portakal… Şimdi artık bahar sebzeleri, meyvaları…  Mevsim şartlarına göre ihtiyaç neyse vücut onu istiyor.

Baklayı pazarda görünce mevsimin açılışını yapmak istedim. Bakla ve taze sarımsak beni çocukluğuma götürür. Antep insanının sarımsak tutkusu malum ve bahar gelince taze sarımsak mevsimiyle yemekler daha bir lezzetlenir. Bakla tavasının aslı kuşbaşı etle yapılır ama ben kullanmak istemediğimden etsiz yaptım.  Et kullanmak isterseniz aşağıdaki tarif için 250-300 gr kuşbaşı yeterli olacaktır

GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzeme:

  • 500 gr  taze bakla
  • 7-8 tane  taze sarımsak
  • 1 baş kuru soğan
  • 1 kaşık domates biber karışık salça
  • Zeytinyağı
  • Tuz, karabiber
  • Servis için  süzme yoğurt

Yapılışı:

Baklaları yıkayıp doğrayın. Üzerini geçecek sıcak suyla hafif yumuşayana kadar haşlayın. Soğuk sudan geçirip süzün.

Yıkanıp ayıklanmış sarımsakların sadece bütün beyaz kısımlarını yarım parmak olacak şekilde doğrayın.

Soğanı kıyıp yağda hafif pembe kavurun. Salçayı katıp bir iki çevirin. (Etli yapmak isterseniz eti tencerede etin yağına göre yağ ilavesiyle soldurun ve kıyılmış soğanları ekleyin. Soğanlar hafif pembeleşince salçasını katıp bir iki çevirin. Etin üzerini geçecek suyla et yumuşayana kadar pişirin. Daha sonra bakla ve sarımsakları iave edin.)

salça kavrulunca üzerine bir bardak kadar sıcak su ve tuz  koyup kaynatın. Kaynayınca baklaları atın ve daha sonra doğradığınız sarımsakları ilave edin. Sarımsak ve bakla tamamen yumuşayana kadar pişirin.

Karabiber serpip servis tabaklarına alın ve üzerine yoğurt koyarak servis yapın.

3

Antep’in Cevizli Kadayıfı

Allah’ın selamı sizlerin ve bizlerin üzerine olsun.

Çocukken çikolata haricinde hiç bir tatlıyı yemezdim. Kadayıf yapılırken şerbeti dökülmeden alıp kuru kuru yerdim. Ne zevksizmişim zaman ilerledikçe anladım ama bu seçicilik yüzünden bütün çocukluğumuda sıska olarak geçirdim.:) O zamanlar sıskalık utandırırdı. Şimdi kızıma çok yemesini söylediğimde kendini böyle beğendiğini, kilo almak istemediğini söylüyor. Halbuki medyanın “Zayıflayın!” safsatası bizim ev de pek rağbet görmez. Zira biz sünnete göre helal olandan, abartmadan az yemek  gerektiğini düşünüyoruz.

Konumuz kadayıf: Antep dışında yapılan veya kendi hazırladığımın dışındaki kadayıfı yemedim, yemiyorum. Çünkü benim kadayıf anlayışımla pek uyuşmuyor. Hele hazır paketli satılan kuru kadayıflar tam içler acısı! Üstü hafif kızarmış altı beyaz, şerbeti de yeyince hamur gibi oluyor.  Tereyağ kokusunun yerinde yeller esiyor. Antep de “kadayıf basmak” denen bir tabir vardır. Yani kadayıf tepsiye incecik basılır ki, altı üstü bir kızarsın, dağınık tel tel olmasın. Hatta daha güçlü olduklarından kadayıfı erkekler basar. Geleneksel olarak sadeyağ (tereyağının ayranı alınmış özü) kullanılır ve ateş üzerinde çevirilerek pişirilir. Tabi bu ocak üzerinde pişirme işi çok eskilerde yapılırmış. Şimdi ya mahalle fırınlarında ya da evlerde genellikle davul fırınlarda yapılıyor. Ben iki imkana da sahip olmadığımdan normal fırında yapıyorum ve inanın çok lezzetli oluyor. Gerçek kadayıfın tadını merak edelerin tarifimi mutlaka denemelerini tavsiye ediyorum.

cevizli kadayif

Malzeme:

  • 500 gr çiğ kadayıf
  • 200 gr sadeyağ, yoksa tereyağı (eritilip soğutulmuş)
  • 200 gr  iri çekilmiş ceviz içi (Ceviz yerine Antep fıstığı kullanabilirsiniz.)

Şerbeti için:

  • 2,5 bardak şeker
  • 2 bardak su
  • Yarım limon suyu

Yapılışı:

Kadayıfı bıçakla bir parmak kalınlığında doğrayın ve erimiş sadeyağ ile yoğurun. Her yeri yağlanmış olmalı. Yine sadeyağ ile iyice yağlanmış 30- 35 cm çapındaki tepsiye kadayıfın yarısını eşit olarak yayın ve üzerine başka bir tepsi yardımıyla iyice her köşesini bastırın. Bu işlem önemlidir çünkü kadayıfı iyice bastırmazsanız pişince de muntazam olmaz ve keserken dağılır. Üzerine ceviz içini dağıtın ve kalan kadayıfı fıstığın üzerine eşit olarak yerleştirin. Yine diğer bir tepsinin tabanıyla kadayıfı bastırıp sıkıştırın.

Şerbet malzemelerini karıştırın, 10 dakika kadar kaynatıp limon suyunu koyun ve bir iki taşım daha kaynatıp ocaktan alın.

Hazırlanan tepsiyi önceden ısınmış fırında 180 derece  de üzeri kızarana kadar pişirin.

Kadayıfın ilk sıcaklığı çıkınca sıcak şerbeti eşit olarak her yerine dökün ve 10 dakika dinlendirip servis yapın.

1

Amasya’nın Yakasal Böreği

Allah’ın selamı sizlerin ve bizim üzerimize olsun. Yepyeni bir lezzetle tekrar buradayım. Yöresel tatlara merakımdan bu başlıkta her tarifi inceliyorum. Hatta arkadaş sohbetlerinde farklı şehirden birilerini bulunca sohbet ilerleyince mutlaka kendi yöresine ait tatları soruyorum. İşin garibi çoğundan da işe yarar cevap alamıyorum. Olsun ben yine sormaya inşallah devam edeceğim.

Yakasal böreği Amasya mutfağından. Amasyalı hanımlar daha çok kahvaltılarda hazırlayıp ikram ederlermiş. lezzetli kete benzeri, üstelik fırına ihtiyaç duyulmadan tavada hazırlanıyor.

GEDSC DIGITAL CAMERA

 Malzemeler:

  • 3 bardak un
  • 2 yumurta
  • 2 kaşık oda ısısında tereyağı
  • 1 çay kaşığı tuz

Yapılışı:

Un, su ve tuzla hamuru yoğurup 10 dakika dinlendirin

Hamur açabildiğiniz kadar açıp yumuşak tereyağını her yerine sürün.

Açtığınız yufkayı rulo yapın ve üç eşit parçaya bölün.

Parçaları tekrar beze haline getirin, en büyük tavanızın büyüklüğünde açın.

İlk açtığınız bezeyi tavanıza serin ve diğer bezeyi de açıp tavaya yerleştirin.

İki kat açılan yufkaların üzerine iki yumurtayı çırpıp dökün. Dikkat edin yumurta bezelerin dışına taşmasın. Taşarsa çok fazla sorun olmaz ama taşmaması daha iyi olur.

Diğer bezeyi de açıp en üste yerleştirin. Üzerini yağlayın ve kısık ateşte döndürerek pişirin.  Börekleri ocak üzerinde pişirme yöntemi çok güzel sonuç veriyor ama alışık olmayan için oldukça yorucu.

Altının sık sık kontrol ederek kızartın ve tersini çevirin. Bir tarafı kızarıp çevirdikten sonra üzerine yumuşak olması için kapak kapatarak pişirin. Altı üstü kızarınca dilimleyip ılık servis yapın.

Afiyet olsun.

1

Cuma Yazıları – KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR !

Cumamız mübarek olsun.

Bir Gün Yavuz Sultan Selim pazarın birini gezmeye karar verir ve saka kuşlarının satıldığı bir tezgaha yönelir.Bütün sakalar 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 50 altındır.Yavuz Sultan Selim sorar:
-Bunlar 1 altın da bu neden 50 altın?
Satıcı:
-Hünkarım 50 altınlık olan ötüşüyle diğer saka kuşlarını kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve ver o kuşu bana der.Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca padişah bi saka kuşunu diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki:
KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR !!!

3

Fırında Patatesli Köfte

Allah’ın selamı hepimizin üzerine olsun.

Ben et köfteleri konusunda biraz özürlü sayılırım. Antepli olmamdan dolayı mangal kültürünü ciğerlerine çekmiş biri olarak köfte mangalda olmuyorsa benim için çok da bir anlamı olmaz. Ama bunu eşime nasıl anlatayım ki? Adam doğal olarak köfte yemek ister. İnegöl köftesiyle tanışana kadar hiç köfte yapmazdım. Hep aynı köfteyi yemek te bir yere kadar olunca- bulduk da bunuyoruz- ben de yerleşmiş patates köfte katarına katıldım. Siz fırında  köfte deyin, patatesli köfte deyin ismi değişir ama köfte ve patatesin uyumu hep bildiğimiz gibi.

Ribbet collage

Köfte malzemeleri:

  • Yarım kg az az yağlı kıyma
  • 1 baş ince kıyılmış soğan
  • 2 diş kıyılmış sarımsak
  • 2 dilim kadar bayat ekmek
  • Biraz kıyılmış maydanoz
  • Karabiber, pul biber, tuz

Diğer malzemeler:

  • 4-5 orta boy patates
  • 1-2 tatlı kaşığı karışık salça
  • 1 tatlı kaşığı tereyağı
  • Tuz, karabiber

Hazırlanışı:

Patatesleri soyup yıkadıktan sonra elma dilimi gibi dilimleyin. Tuz ve salça, erimiş tereyağıyla patatesler kıpkırmızı olana kadar karıştırın. Fırın tepsisine yayın.

Fırını 180 dereceye ayarlayın.

Köfte malzemelerini karıştırın, ekmeği suya batırıp ufalayın ve baharatlarıyla köfteyi yoğurun.

Bildiğiniz gibi köfteler hazırlayın, hazırlarken ellerinizi suya batırarak işlemi kolaylaştırın. Köfteleri patateslerin üzerine dizin.

Kalan 1 tatlı kaşığı salçayı karabiber ve yarım bardak suyla iyice özdeşleştirin ve tepsideki köftelerin üzerine dökün.

Fırına koyun ve patatesler yumuşayana kadar pişirin. Köfteler kızarınca tersini çevirerek kızartmaya devam edin.

0

Cuma Yazıları – Osmanlı Efendiliği

Cumamaiz mübarek olsun. Bakın neleri kaybetmişiz:

Osmanlı zamanında Ramazan günlerinde tebdil-i kıyafet ile pek çok zengin, hiç tanımadıkları mahallelerde ki bakkal, manav vs. dükkanlarına gider, onlardan Zimet Defterini çıkarmalarını isterdi.

Baştan, ortadan ve sondan rastgele sahifelerin toplamını yatırıp miktarını ödedikten sonra; “Bu borçları silin. Allah kabul etsin” der kendilerini tanıtmadan giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyip sildiren kişinin kim olduğunu bilmezdi..

Gizli verilen nafile sadakadan yetmiş kat daha sevap olduğunu bilen kişiler, yardımlarını gizli yapmaya gayret ederlerdi.

1

Pirinçli Ispanak Sapı

Tüm takipçilerimi selamların en üstünü olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Biz otobur hanımlar nerede yeşil içerikli tabaklar görsek ağzımızın suyu akar.:) Bunu kendimden yakinen biliyorum. Hatta bunu bilen komşularım bile artık ellerine ot geçince beni düşünüyorlar sağolsunlar. İlk kez aldığım ıspanağın yemek yapacak kadar çok sapı çıkınca benim gözlerim parladı. Bir çoğunuz biliyordur ama her zaman bilmeyenleri düşünerek tarif etmek gerek. Aynı tarifi bulgurla da hazırlayabilirsiniz.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • Bir büyük kase ıspanak sapı
  • 1 baş soğan
  • Yarım bardak kadar pirinç
  • 1 tatlı kaşığı kadar karışık salça
  • Zeytinyağı
  • Tuz, karabiber, pul biber
  • Üzeri için sarımsaklı veya sarımsaksız yoğurt

Yapılışı:

Ispanak saplarını güzelce temizleyip yarım parmak uzunluğunda doğrayın ve soğanları yemeklik kıyın.

Soğanı yağda yumuşayana kadar kavurup salçayı ekleyin. Bir süre de salçayla kavurup ıspanak saplarını ekleyip yine bir süre kavurun.

Yıkanmış pirinç ve üzerini geçecek kadar su ve baharatlarıyla pirinçler açılana kadar pişirip ocaktan alın. Sıcak olarak yoğurtla servis yapın.

Afiyet olsun.

2

Cuma Yazıları – “Ruhunuza Fatiha Okuyun..!”

Hepimizin cuması mübarek olsun.

Yıllar önce köyün birine bir imam görevlendirilmişti. Gençti ve yeni evliydi. Gayretli ve çalışkandı. İnsanları namazla buluşturmak için çaba sarf eden samimi bir insandı.

Fakat ne kadar çabalasa da köyün erkeklerini, camiye cemaate çekmeyi başaramamıştı. Belki de yazın yoğun dönemi olduğu için cuma haricinde insanlar gitmiyordu.

Kapı kapı dolaştı, olmadı. İslerinde yardımcı olmayı teklif etti, olmadı. Namazın hikmetlerinden bahsetti, yine olmadı…

Bir sabah köy, sala sesiyle uyandı. Herkes merakla kimin öldüğünü soruyor, ama kimse bilmiyordu. Tarlaya , bağa, bahçeye gitmeye hazırlanan köylü, soluğu camide aldı. Herkes imamın salayı bitirip çıkmasını bekliyordu.

Nihayet imam gözüktü. Biri atıldı hemen:

-Hoca kim öldü Allah aşkına? Kimsenin haberi yok, ismini de söylemedin…

O zamana kadar cemaati kapıda göremeyen imam, öfkeyle bağırdı.

Kim olacak? Sizin ruhunuz ölmüş, onun için okudum salayı…Şayet ölmemiş olsaydı, dört aydır buradaydım, sabah namazına bir tek Allah’ın kulu gelip te saf durmadı. Ruhunuza Fatiha okuyun , ruhunuza!  Kimseye bakmadan geçti gitti. Herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu.

Köy halkı bu olaydan sonra çok etkilendi. Sabah namazına da, diğer vakit namazlarına da devam edenler yavaş yavaş çoğaldı.

5

Fındıklı Brovni (Browni)

Allah’ın selamı tüm inananların üzerine olsun. Arkada sevdiğim bir hocaefendinin sohbeti, önümde bu nefis browni… Ne güzel bir gün! Kendimce günlük bir sohbet dinleme kararı aldım ve bu beni çok mutlu ediyor. İnsan hem ruh hem bedenden ibaret olduğundan hem ruuhumu hem bedenimi doyurmam gerek. Tabi ruhu doyurma işini Kur’an tilavetleri ve eğitici ve öğretici sohbetler  karşılıyor. Benim gibi çikolata severlerin nefsini de bu güzel tatlı gibi gıdalar doyruyor çok şükür. Aslında bu şükür içinde bulunduğumuz bütün nimetler için…

Ben oldum oluşu keklerden pek hazzetmem. İçinde dışında beni çezbedecek çikolata, krema vs olmadıkça normal bir kek ne pişirdim, ne de yemeyi tercih ediyorum. Ama kekin içine acı çikolata koyunce o kek olmaktan çıkıp nefis bir tatlıya dönüşüyor. Epey zamandır damağımın aradığı tat. Kıvamı içine konulan çikolatadan ve konulmayan kabartma tozundan dolayı kek gibi değil. Dokusu daha tok ama taadı gerçekten çok nefis. Bu açıklamalarım daha önce denemeyenler için, deneyenler elbette nasıl olduğunu bilirler.

Tariflerimde ölçüleri kolay uygulanacak şekilde vermeye çalışıyorum ama pasta, kurabiye türlerinde bu biraz zor oluyor. Çünkü malzeme tartılı kullanılıyor. Bu tür tatlılara merakınız varsa, bir mutfak tartısı edinmeniz çok iyi olur.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • 4 yumurta
  • 125 gr tereyağı
  • 180 gr acı çikolata
  • 165 gr. şeker
  • 150 gr un
  • Yarım bardak yoğurt
  • Yarım bardak iri kırılmış fındık
  • 1 vanilya

Yapılışı:

  • Fırını 170 derecede ısıtmaya bırakın.
  • Tereyağı, çikolatayı uygun bir kapta eritip içine şekeri ekleyip iyice çırpın.
  • Yoğurt, yumurta ve vanilyayı ekleyip çırpmaya devam edin. (Ben karıştırıcı kullanmadan çırpma teliyle elimde çıptım.)
  • Sıvı malzemelerden sonra unu yavaş yavaş ilave edip çırparak malzemeyi bütünleştirin.
  • Malzemeyi yağlanmış olan 20 x 30 cm çapında bir tepsiye dökün.
  • Sıcak fırında 15-20 dakika pişirin. Benim fırının harareti biraz fazla olduğundan bu sürede pişti. Siz kürdan batırarak deneyin, kürdan temiz çıkarsa pişmiştir.

Afiyet olsun.

0

Cuma Yazıları – Osmanlı İnsanı Cahil miydi ?

İlkokula başlama yaşı meselesi çok tartışıldı. Hâlâ da tartışılıyor. İş bu noktada kalsa yine susacağım, çünkü eğitim meselesine vakıf pek çok uzman var ülkemizde. Fakat hem bu, hem de harf inkılâbı bahanesiyle Osmanlı’ya saldırılmaya kalkışılması ve Osmanlı’da yaygın eğitim olmadığı, zaten Osmanlı alfabesinin okuma-yazmayı zorlaştırdığı, dolayısıyla Osmanlı insanının cehalete mahkûm bulunduğu şeklinde yalan yanlış şeyler söylenmesi, hakikat namına ortaya çıkmayı gerektirdi.

Önce, “beş yaşında çocuk eğitimden ne anlar?” diyenlere bir hatırlatma yapayım: Osmanlı’da ilkokula başlama yaşı dört ilâ altıdır. Bu zamana kadar çocuk ruhen eğitime hazırlanır, okula başlama günü geldiğinde de merasimle evinden alınır, bütün öğrencilerle, velilerle birlikte şarkılar, marşlar eşliğinde okula gidilirdi… Buna “Âmin Alayı” denirdi.

İlkokul süresi dört yıldı. İlköğretim fakir çocuklara ücretsiz (artı iki öğün yemek, elbise ve cep harçlığı), varlıklı ailelerin çocuklarına ücretliydi. Genel bir eğitim programı elbette ki vardı, ama her okul istediği konulara ağırlık vermekte özgürdü. Kimi musikiye, kimi lisana, kimi sanata, kimi din bilgilerine ağırlık verir, okullar vakıflar tarafından açıldığı için müfredat, vakıf sahipleri tarafından belirlenirdi. Meselâ, bizim Feridun Bey olarak tanıdığımız edebiyatçımız Ahmed Feridun Paşa, vakfettiği “Muallim-hâne-i Sübyan”da (ilkokul) Türkçe, Arapça ve Farsça öğretilmesini şart koşmuştu.

Kabiliyetler ilkokullarda belirlenir, çocuklar buna göre eğitilirdi. Musikiye kabiliyeti olanlar musiki konusunda, hat sanatına yatkın olanlar hattatlığa yönlendirilir, ağırlıklı olarak bu derslerle ilgilenmesi sağlanırdı. Meşhur bestekârlarımız Hamamizade İsmail Dede Efendi ile Hacı Arif Bey böyle bir okulda keşfedilmiştir.

Çocuklar, bize telkin edildiği gibi “cahil adam”lar tarafından eğitilmez, iyi yetişmiş bilge hocalar tarafından yetiştirilirdi. Bunu ben söylemiyorum, Hellert söylüyor:

“İlkokul öğretmenleri umumiyetle iyi yetişmiştir. İstanbul, dünyanın bütün başkentlerinden daha fazla eğitim ve öğretim kurumlarına sahiptir.”

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı Devleti’ni gezen Fransız gezginlerden Belon şöyle diyor:

“Her köyde mutlaka bir mektep vardır ve yalnız erkek çocuklar değil, kızlar da okumaktadır.”

17. yüzyıl ortalarında İstanbul’da 2.000 civarında, Amasya’da 200, Erzurum’da 110 sübyan mektebi (ilkokul) vardı. Bu sayıları şehirlerin o zamanki nüfusuna orantılarsanız, Osmanlı Devleti’ndeki okullaşmanın ne kadar yaygın olduğunu görürsünüz… O kadar ki, Türkiye Cumhuriyeti, okullaşma ve eğitimdeki çocuk sayısı bakımından Sultan II. Abdülhamid dönemine ancak 1950’lerde ulaşabilmiştir. Hal böyle iken, “Osmanlı insanı eğitimizdi, cahildi, okul yoktu, okur-yazar sayısı azdı” gibi ifadelerin, Cumhuriyet sonrasında başlatılan “kara propaganda”nın parçası olmaktan öte bir anlam ifade etmediği görülecektir. Zaten halkının ekseriyeti “cahil” olan bir milletin o kadar uzun süre zirvede kalması şöyle dursun, hatta yaşaması bile mümkün değildir.

Dünyanın ilk “Kamu Yönetimi Okulu” sayılan Enderun ile ilk “Yatılı Kız Mektebi” harem bir Osmanlı buluşudur (Abbasilerde, Emevilerde ve Selçuklularda da harem olmakla birlikte, bunlar mahiyet itibariyle Osmanlı hareminden farklıdır). Amerikalı uzman Leslie Peirce, harem hakkında arşiv belgelerine dayanarak on yılda hazırladığı doktora tezinde, “Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı, Sultan ailesinin hizmetkârları (cariyeler) için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir” diyor.

Amerikalı ünlü eğitimci Andreas Kazamias’ın “Platon’un ‘İdealimdeki okul’ dediği okul Enderun’dur” derken, Lewis Terman (Stanford-Binet adlı zekâ testini bulan kişi), “Öğrencilerin zekâ seviyesini ölçmek için ilk defa test sistemi Enderun’da uygulanmıştır” diyor.

Malum: Yabancılar söyleyince “bilim”, biz söyleyince “övgü” oluyor.

YAVUZ BAHADIROĞLU

11

Ispanaklı Göbü (Pişi)

Tüm takipçilerime hayırlı vakitler diliyorum. Okulların tatil olmasından sebep, kısa bir süre de olsa okula gidip gelmelerimiz bitti. Şimdilik ev içinde kös kös oturma talimleri yapıyoruz. Bu da güzel rabbim bundan geri koymasın.

Yine  yeni tarifler denemeye başlamanın verdiği sevinçle fotoğraf makinemle barıştık. Aylardır dolabın içinde bana bakıp duruyordu.  Bu günkü tarifim ıspanaklı göbü ya da ıspanaklı pişi olarak bilinen  yöresel bir yemek. Sanıyorum ki, Çankırı ve civarlarında yapılıyor. Daha önce ıspanak ve kıymayı böreklerde hiç denenmemiştim, zira ıspanağa peyniri yakıştıranlardanım. Ama çocuklarım da dahil hepimizin çok çok hoşuna gitti. Denemek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Hamur malzemeleri:

  • 4 bardak un
  • Yarım yaş veya 1 tatlı kaşığı kuru maya
  • Tuz, su

İç malzemeleri:

  • 250 gr orta yağlı kıyma
  • 250 gr kıyılmış ıspanak (Bir büyük kase kadar)
  • 2 baş kuru soğan
  • Tuz, karabiber, pul biber
  • Kızartmak için yağ

Yapılışı:

Önce hamuru yoğurup mayalanması için ağzı kapalı beklemeye bırakın.

Kıymayı bir tencerede kavurmaya başlayın. Kıymanın rengi dönünce kıyılmış soğanları katıp kavurmaya devam edin. Soğanlar biraz yumuşayınca kırmızı biberi serpip üzerine kıyılmış ıspanağı dökün. Ispanak solana kadar çevirip ocaktan alın. Baharatlarını ekleyip soğutun.

Hamurdan İri ceviz büyüklüğünde bezeler hazırlayın ve üzerlerini kapatın. Bezelerin her birini kahve tabağı büyüklüğünde açın ve 1 tatlı kaşığından fazla olacak kadar iç koyun. Poğaça katlar gibi katlayıp kenarlarını tabak yardımıyla kesin. Hazırladığınız börekleri bir bez üzerinde biriktirip hepsi bitince orta ateşte yağ içinde kızartın.

Afiyet olsun.

1

Domatesli Fırın Tavası

Tüm takipçi ve dostlarımı Allah’ın selamıyla selamlıyorum. haftada bir yemek koymaya başlayınca kendi adıma ümitlendim.:) Bu yemeği misafir olduğum Oğuzeli’li bir hanımdan öğrenmiştim. Malzemelerin basitliğine nispeten yemeğin tadı çok güzel oluyor. Tarif daha önce arşivimde vardı, resmi yenileyince tarifi de güncelledim. Et olarak kuzu veya sırt eti tercih ederseniz daha iyi olur. Eti alırken kasabınızdan kuyruk veya iç yağı da istemeyi unutmayın. Bu güzelim et yemeğini sıvıyağ vs. ile pişirmeyin.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Malzemeler:

  • 500 gr. dövülmüş yumuşak  et
  • 50 gr. kuyruk yağı veya iç yağı (En olmadı tereyağı kullanın)
  • 4 tane olgun domates
  • 3 tane soğan
  • 3-4 tane yeşil biber
  • Karabiber, tuz

Yapılışı:

  • Soğan ve domatesleri halka şeklinde doğrayın.
  • Biberler de iri iri parçalara kesin
  • Eti dövecek yardımıyla iyice inceltin ve bahartlandırın.
  • Tepsinin altına varsa kuyruk, iç yağı vs. yağ sürün ve etlerin ilk katını döşeyin.
  • Etlerin üzerine soğanları, onların üzerine de domatesleri dizin.
  • Kuyruk veya iç yağını incecik kıyıp en üste serpiştirin.Biraz tuz ve karabiber serpin.
  • 250° de önce ağzı kapalı yarım saat pişirin, ağzını açıp biberleri ilave edin.
  • Bir süre daha pişirip ayranla servis yapın.
5

Bisküvili Kremalı Pasta

Tüm dostları Allah’n selamıyla selamlıyorum. Ben eskiden ne hamarat bir blogcuydum…  Sürekli yemekler dener, tarifler yayınlardım hey gidi günler!.. Olsun sık sık yazmasam da bırakmaya da hiç niyetim yok.  henüz tarifini vermedeğim o kadar çok Antep yemeği var ki, say say bitmez.

En son tatli tarifi vereli uzun zaman olmuş. Oysa tatlı her ev de olduğu gibi bizde de sık sık yapılıyor ama yeni birşeyler denemiyorum. Bu gün vereceğim tarifi komşumda yemiştim ve nasıl olabileceğini düşünüp tarifi geliştirdim. Tabi benim kadar tüm ailenin de çok hoşuna gitti. Aslında bisküvi katı hariç özel değil ama o tadı da yabana atmamak gerek.

GEDSC DIGITAL CAMERA

Kek malzemesi:

  • 3 tane yumurta
  • 1 bardak şeker
  • 1 bardaktan eksik erimiş tereyağı
  • 1 bardak süt
  • Yarım bardak nişasta
  • 1 bardak un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya

Üstü için:

  • 10-15 tane kakaolu pötibör bisküvi
  • 2 poşet krem şanti (bir kutu)
  • 1 bardak süt ( krem şanti için)
  • 1 paket hazır çikolatalı puding
  • 2,5 bardak süt (puding için)
  • Süslemek için kakaao

Yapılışı:

Pudingi pişirip soğumaya bırakın.

Krem şantiyi çırpıp kabartın ve buzdolabına kaldırın. Fırını 175 dereceye ısıtın.

Kek için yumurtayı çırpın ve şekeri ilave edin. Şeker eriyene kadar çırpıp sıvı malzemeleri  ve vanilyayı katın. En son un ve nişastaya kabartma tozunu karıştırıp sıvı malzemenin üzerine eleyerek ilave  edip İyice karışana kadar çırpın.

Yağlanıp unlanmış orta boy  kare yada dikdörtgen bir cam kalıba dökün. Sıcak fırına koyun ve yarım saat sonra ortasına bir kürdan batırarak pişip pişmediğine bakın. Pişmişse fırından alıp tamamane soğutun. Soğuk kekin üzerine soğumuş olan pudingin yarısını yayın ve üzerine bisküvileri tamamen kapatacak şekilde dizin.

Bisküvilerin üzerine kalan pudingi dökün. En üste çırpılmış kremayı dikkatlice yayın ve kakao ile süsleyin.

Afiyet olsun.

0

2012 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2012 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Yaklaşık 55.000 turist her yıl Lihtenştayn’ı ziyaret ediyor. Bu blog, 2012 içinde yaklaşık 600.000 kez görüntülendi. Eğer bu Liechtenstein’da olsaydı, bu kadar insanın onu görmesi yaklaşık 11 yıl sürerdi. Blogunuz Avrupa’daki küçük bir ülkeden daha çok ziyaret edildi!

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

2

Aşotu Buğlaması

Allah’ın selamı sizlerin üzerine olsun. Bitirmem gereken bir çalışmadan dolayı ne sayfama ne de sanal aleme uğramaya vaktim olmadı. Posta kutuma bile bakamadığımı söylersem vakitsizliğimi anlatabilmiş olurum. Elhamdülillah artık bitti ve ben yine eski kaldığım yerden inşallah devam edeceğim. Bu gün Antep mutfağından lezzetli bir pilav tarifim var. Buğlama yeşil olan ve yenebilen her türlü ottan yapılabilir. Antep mutfağında ebegümeci, taze asma yaprağı, ve çeşitli otlarla yapılıyor. En olmadı ıspanakla bile yapabilirsiniz. Yanında soğan ve ayran tavsiye edeceğim zira bulgur pilavını soğandan ayırmamak gerek.

GEDSC DIGITAL CAMERA

  • Yarım kg aşotu (Siz imkanlarınıza göre herhangi bir ot kullanabilirsiniz.)
  • 2 bardak bulgur
  • 1 baş kuru soğan
  • Zeytinyağı
  • Tuz, karabiber
  • 1 kaşık domates biber karışık salça

Yapılışı:

Aşotunu dikkatlice ayıklayıp yıkayın ve ince ince kıyın.

Yemeklik doğranan soğanı yağda yumuşayana kadar kavurup salçayı ekleyin. Bir süre de salçayla kavurun.

Aşotunu bulgurla karıştırın. Kavrulan soğanın üzerine dökün. Tencerenin içindeki malzemeleri güzelce karıştırıp, tencerenin ağzını kapatın, ocağın altını kısın.

Otlar solunca tuz ve 1,5 bardak kadar su ilave edip yine kısık ateşte pişirin. Bir süre demlendirdikten sonra karabiberini serpin. Taze soğan, otlar, ayran ve turşuyla servis yapın.

7

Pirpirim (Semizotu) Cacıklı Arap Köftesi

Allah’ın selamı hepimizin üstüne olsun. Bu gün harika bir Antep lezzetinin tarifini vereceğim.  Antep mutfağında bulgurlu yemeklerin yelpazesi oldukça geniştir. Pilavlar, çiğ olarak tüketilen köfteler, pişirilerek hazırlanan köfteler… Ev de hiç malzemeniz yoksa bile bulgur, yoğurt, salça gibi ana malzemeleriniz hep vardır. Antep hanımları işte bu  malzemeyle  bile çok lezzetli yemekler yapma marifetine sahiptirler.

Arap köftesi olarak geçen bu tarifim, bazı malzeme değişiklikleriyle 3-4 farklı türde köfte hazırlama imkanı verir. Cacıklı Arap köftesi, salçalı Arap köftesi, domatesli vs.  Bu gün benim en beğendiğim cacıklı Arap köftesinin tarifini aylaşacağim inşallah. Tarifinde bahsettim ama burada da belirteyim ki, bu yemeği sadece pirpirimle değil de evinizde olan herhangi bir yeşillikle de hazırlayabilirsiniz. Mesela: Pancar, maydanoz, kuzukulağı, ıspanak gibi.

Malzemeler:

  • 1 bardak ince bulgur
  • 100 gr. yağsız kıyma
  • 1 baş soğan
  • 1-2 kaşık un
  • Tuz, karabiber, pul biber
  • Köfteleri kavurmak için zeytinyağı

Cacık için:

  • 1 kase sarımsaklı süzme yoğurt
  • 1 kase iri doğranmış pirpirim ( 250-300 gram kadar.) Ayrıca pirpirim yerine ıspanak, pancar, maydanoz da kullanabilirsiniz.

Yapılışı:

  • İnce bulgur, kıyma, çok ince kıyılmış soğan, tuz, baharatlar ve unu karıştırın. Gerektikçe su ilavesiyle 15- 20 dakika yoğurun ve iyice sakızlanmasını sağlayın. Macun kıvamına gelen köfteden misket büyüklüğünde parçalar koparıp, ellerinizi sık sık ıslatarak yuvarlayın.
  • Köfteler bitince geniş bir tencereye biraz su koyup kaynatın. Üzerine bir süzek koyun ve köfteleri süzeğin üzerine döküp köftelerin üzerine bir kapak kapatın. 15-20 dakika köfteleri buharda pişirin. Tadına bakarak pişip pişmediğini kontrol edin. Köfteleri su da haşlayanlarda var ama, bu usulle daha sağlıklı oluyor.
  • Köfteler pişene kadar ılıtılmış sarımsaklı yoğurtla semizotunu karıştırıp tuzunu atın. Zeytinyağını tavaya koyup kızdırın ve pul biberi atın. Pişen köfteleri de tavaya ilave edip bir süre kavurduktan sonra, köfteleri tabaktaki semizotunun üzerine dökün.

Afiyet olsun…

11

Antep’in Yoğurtlu Tarhana Çorbası

Herkese hayırlı vakitler diliyorum.  Kış hazırlıkları hemen hemen bitti ve artık kiler ve dolaptaki stoklarımızı konu komşu birbirimize anlatmaya başladık. Bazen komşularımla konuşuyoruz da,  kış hazırlıklarını yaparken kullandığım  sebze vs.  miktarının azlığı onları çok şaşırtıyor. Ben de onlara Antep mutfağı gibi iki yüz ellinin üzerinde yemek seçeneği olan bir mutfağın yanı sıra bir de el attığıyım J diğer mutfakları göz önüne alınca, benim ev de çoğu yemek belki sene de bir belki altı ayda bir pişer diyorum. Yani buzluğa geçen sene 5 torba koyduğum taze fasulyeyi bitirmek için bize göre sık sayılacak kadar taze fasulye yedik. Elbette bazı yemekler makarna, pilavlar, klasik börek ve kızartmalar gibi daha sıklıkla pişer.

Mevsim artık kendini iyice hissettirmeye başladı. Çevresel koşulların ilk yansıdığı yerlerden biri de tabi mutfaklarımız. Canımız daha sıcak yemekler ve tatlılar çekmeye başladı. Soğuk havalar yeni yemek denemeleri için gerekli alt yapılardan biridir, zira sıcağın rehaveti insanı yemekten iyice uzaklaştırır.

Bu gün konuyla alakalı olarak Antep mutfağının vazgeçilmez çorbalarından olan tarhana çorbasını tarif edeceğim.  Kimi otoriteler bu tarhananın Antep mutfağına ait olmadığını söylüyorlar, ancak çocukken bizim evden  bu tarhana eksik olmazdı ve halen Antep’de bu tarhana hazırlanır ve kışlık olarak depolanır. Antep tarhanası yoğurt ve dövme (yarma) ile hazırlanan harika bir çorba.  Sanıyorum ki farklı yöreler de de yoğurtlu tarhana yapılıyor ama bizim yaptığımız tarhananın yoğurdu biraz daha fazla. Örneğin  Konya ya ait yoğurtlu tarhana pişirilirken  salça konuyor  ve yoğurt tadı daha az. En azından ben etrafımda öyle gördüm.  Resminden de anlaşılacağı üzere kurutulmuş yoğurdun enfes tadına tereyağı ile kavurulmuş nane eşlik ediyor.

Malzeme:

  • 1 kase dolusu kuru tarhana (4-5 topak)
  • Tereyağı
  • Nane, tuz

Yapılışı:

Tarhanayı bir gün önceden suya ıslayın. Bu imkanınız olmaz ise pişireceğiniz gün sıcak su içinde ocağa koyun ve çok kısık ateşte tarhana açılana kadar bekletin. (Bu işlemi yaparsanız suyunu süzmenize gerek yok aynı su içinde pişirin.) Şişen ve yumuşayan tarhanaları sudan alıp pişeceği tencereye koyun ve 2-3 dakika köfte yoğurur gibi yoğurarak iyice ezin.

Tarhananın üzerine 4-5 bardak kadar su ve tuz ilave edip ocağa koyun. Arada bir karıştırarak tarhanayı pişirin. Çırpıcı yardımıyla biraz çırparak tanelerin ayrılmasını sağlayın. Ateşten alınca yağda kavrulmuş naneyi üzerine dökün.

1

Cuma Yazıları / Osmanlı Devleti ile Ticaret Yapmanın İmtiyazı

Tüm inananların cuması mübarek olsun. Rabbim bizi cuma gününü hakkıyla ihya edenlerden eylesin.

 

Osmanlı Devleti’nin, kurmuş olduğu muhteşem devlet sistemini, tekke-medrese-kışla sacayağı üzerine sağlam bir şekilde oturtup, doğruluk ve adalet üzerine cihana ışık saçmıştır. Osmanlı tesirinin dört bir yanda hissedildiği bu günlerin birinde Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar alınırken, oyların eşit çıkması halinde, ticaret odası başkanının karar

verebilmek için: “İçinizde Türklerle alış veriş eden var mı?” diye sorduğunu ve herhangi birinden “evet” cevabı alınca da onun oyunu iki oy yerine kabul edip kararı neticelendirilmiştir. Vay be diyesi geliyor insanın…

 

Kaynak

Yılanlıoğlu, İsmail Hakkı; Manevi Değerlerimiz ve yapılan Tahribat, Adak Yay., İst?1977, s. 41

7

Mercimekli Pilav (Aş)

Son iki yıldır üzerimdeki garip tembelliği düşününce akşamın bir vakti sayfaya tarif koyma isteğim beni ümitlendirdi.:) Ümitlendim çünkü bu istek epeydir yok. Hem sayfamı kesinlikle devam ettirmeyi düşünüyor hem de tarif eklemeye müthiş derece de üşeniyorum.  Neyse bunu bir başlangıç kabul ediyorum.

Tarifim arşivimde vardı ama, resmi benim gençlik dönemimden kalma olduğundan hem resmi yeniledim hem tarifi  tekrar gözden  geçirdim.  Mercimekli pilavı, bulabilirseniz küçük kahverengi mercimekle yapmanızı tavsiye ederim, zira bu güne kadar aldığım hiçbir yeşil mercimeğin dağılmadan piştiğine şahit olmadım.  Pilavın bilmeyen için bir özelliği de diğer pilavların aksine daha az yenilmesi. Sanırım mercimeğin tokluk verici yapısından olsa gerek küçük bir servis tabağıyla bile uygun salata eşliğinde karnınızı doyurabilirsiniz.  Bu arada pilavın yağı diğer pilavlara göre biraz daha fazla kullanılır bu ayrıntıyı da yerken unutmayın.;) Antep de bu pilav genellikle turşu veya mevsimine göre sulu salatayla yenir. Ve tabi ayranı ihmal etmeyin.

Not: Mercimekli pilavın suyuna salça koymadan salçasız yapabileceğiniz gibi, soğan kıyıp üzerine dökeceğiniz yağ da kavurarak soğanlı da yapabilirsiniz. Seçim size kalmış. Soğanlı soğansıza göre daha hafif olur bunu da dip not olarak paylaşmak isterim.

MALZEMELER:

  • 1 bardak mercimek
  • 1 bardak bulgur
  • Yarım bardak kadar zeytinyağı
  • Yarım yemek kaşığı karışık salça
  • Tuz, karabiber, pul biber

YAPILIŞI:

  • Mercimek yıkanıp yaklaşık 3 bardak kadar suyla orta ateş de hafif yumuşayıncaya kadar pişirilir. Mercimeği tamamen pişirseniz bulgur eklendiği zaman bulgurun da pişme süresince pişmeye devam edeceğinden mercimek dağılır.
  • Tam yumuşamadan henüz tane tane olan mercimeğe salça ve tuz katılıp bir iki taşım daha kaynatılır.
  • Mercimeğin suyu bulguru pişirecek kadar varsa hiç su eklemeden bulguru ilave edin. Yoksa ortalama iki bardağa tamamlayacak kadar su katın. Bulguru atınca suyun bulgurun üzerini bir parmak kadar geçmesi gerekir. bulguru pişirecek kadar suyu varsa ilave su koymadan bulgur ve tuz atılır.
  • Suyunu çekene kadar pişirin ve suyunu çekince ocaktan alıp 5-10 dakika demlendirin..
  • Zeytinyağını  kızdırılıp pul biber ilave edin ve  demlenen pilavın üzerine döküp karabiber ilavesiyle karıştırın.
  • Soğanlı yapılacaksa, zeytinyağında soğan yumuşayana kadar  iyice kavrulup öyle pilava ilave edilir.

Afiyet olsun…

0

Cuma Yazıları / Ölüm…

Tüm inananların cuması mübarek olsun.

İçinizde ölümü yaşan bir çoğunuz vardır. Gidenin arkasından hissedilen o gariplik ve çaresizlik hissini de bilirsiniz. Ben bunu belki 20 senedir hissedip çeşitli şiirlerle dile getirmişimdir ancak ilk kez bu şekilde gerçekten duygularıma tercüman satırlar yazdım. Merak atmeyin çok şükür etrafımda giden gelen yok. Bu çook eski bir sızının şimdiye uyarlanmış yansıması.
 
Ölüm

İnsanın farkına bile varmadığı acziyeti aslında gitmek. Kişi için önem taşıyan, paha biçilmeyen her şeyi, herkesi  bırakıp gitmek. Çekmecede duran çorapları, dolaptaki elbiseleri, yastığı, yorganı… Bir gün önce kullandığı diş fırçası, buzdolabında yarısı yenmiş bir çikolata, masanın üzerinde okunması zor birkaç karalama not…

Her şeyin,  ama her şeyin onun dokunmasına alışık halde öylece kalması… Bir varmış, bir yokmuş insan aslında. Hiç bitmeyecek sandığımız bir varlık gayyası içinde, hep elimizde olacak sandığımız elleriyle… Yahut kahredip kızgınlığımızı sayıp döktüğümüz halleriyle,  ama hep var olacağını sandığımız bir garip insan.

Başka seçeneği olmadan gider aslında. Parmağındaki yüzüğe bile sahip çıkamayışını anlatır. Vakti gelince kendi bedenine bile hükmetmekten aciz zavallı bir yolcu! “Benim!” dediği  şeylerin kiracısı… O meşhur iradesinin beş para bile etmediği bir yolcu.

Gitmek belki de ömür boyu yaptığı her şeyle çelişmektir. Çünkü doğumuyla başlayan serüven gideceğini unutturur insana. Tükenmez emeller besler…  Kendini dünyaya gömer… Gömdükçe unutur gitmeyi, unuttukça  unutulacağı  zannıyla aldanır!

Geride bıraktığının değersizliğini, önemsizliğini gidince anlar insan. Ölümün sessiz ama derin çentiğini alabildiğince hisseder geride kalan. Hayat elbisesinin meğerse ne kadar iğreti giyildiğini fark eder. Ona ait bir eşyayı tutarken, giderken bıraktığı parmak izlerine dokunmaya bile kıyamaz.

Ve anlar ki, insan dünyada bir izden ibaret. Vakti gelince ölüm silgisiyle tamamen silinecek bir izden ibaret…

Şükran Sargın

1

Girit Pirrusu (Piruhi) Veya Peynirli Mantı

Herkesi Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Zaten düzenli yazmadığımdan bir de araya tatil girince gerçekten yazmayı özlemişim. Blog yazmak bence çok farklı ve ayrıcalıklı bir durum. Hislerinizi paylaşmak için karşınızda normal şartlarda oluşturamayacağınız bir kitle var. Bu her seferinde insana heyecan veriyor. Üstelik her yazınızın olumlu veya olumsuz geri dönüşünü de alıyorsunuz. Günlük hayatın içinde yaşadığınız ilginçlikleri, güzellikleri veya can sıkıcı hadiseleri, ilk etapta yakınlarınıza anlatmak isteği içinde olursunuz. Blogcu için bu bir an önce yazıya dönüştürmek şeklinde olur. Yani bu uğraşımı seviyorum.

Bu gün hoş bir mantı tarifim var. Piruhi, tortellini, peynirli mantı veya Trabzon ağzıyla gaybanca, Kayseri’de purov mantısı. Mantının hazırlanışı ve sunumu biraz farklılık gösterse de hepsi temelde peynirli mantı. Tat olarak kıymalısına değişmem, ama farklı bir seçenek olarak denenebilir. Ben ilk seferde kayseri usulü ve Girit pirrusunu (piruhi) birlikte yapıp ayrı ayrı servis yaptım. Amacım iki farklı çeşidin tadını bir biriyle kıyaslamaktı. Ancak hangisi daha güzel diye bir karara varamadım. Tarifini vereceğim Girit pirrusunun içinde peynir ve nane kullanılıyor ve üzerine domates salçalı yağ kavrulup dökülüyor.

Malzeme Listesi: ( Hamuru için)

  • 1 yumurta
  • 1 çay bardağı su
  • Yaklaşık 2,5 bardak kadar un
  • 1 çay kaşığı tuz

İç malzemesi:

  • 1 kâse mümkünse sert bir peynir çeşidi
  • 1 tatlı kaşığı kuru nane

Üzeri için:

  • Tereyağı ve domates salçası

Hazırlanışı:

  • Hamur malzemeleri kullanılarak bilindik mantı hamuru gibi sertçe bir hamur yoğurulup üstü örtülü dinlenmeye bırakılır.
  • Hamur dinlenirken peynir ufalanıp nane ile karıştırılır.
  • 10-15 dak. Dinlenen hamur iki beze yapılarak (ben tek kişi olduğumdan tek beze olarak açınca hamur kuruyor ve kapatmak zorlaşıyor.) böreklik yufkadan az kalın olacak şekilde açılır.
  • Açılan yufka iki parmaklık karelere kesilir ve ortalarına peynirli karışımdan konur.
  • Normal mantının aksine karelerin üçgen olacak şekilde iki uçları birleştirilir. Üçgenin kapatılan ucunun iki kenarındaki kulakçıklar yine kapatılan ucun aksi yönde birleştirilir. ( Teferruatına bakmayın, piruhi diye görsel arama yaparsanız resimlerini görürsünüz.)
  • Hazırlanan mantılar kaynaya suya atılarak yumuşayana kadar pişirilir. ( Piştiğini anlamak için klasik yöntem olan tadına bakma yöntemini kullanın.)
  • Mantılar haşlanana kadar tavada tereyağını kızdırıp sulandırılırmış domates salçasını suyunu çekene kadar kavurun.
  • Sıcak mantıların üzerine salçalı yağı döküp nane serperek servis yapın.

Afiyet olsun…

1

Tatiiiil…

Herkesi Allah’ın güzel selamı ile selamlıyorum. Çook çalıştım tatili hakettim, demeyeceğim ama mevsim dolayısıyla ben de ara vereceğim. Ama yorumları ve sayfamı sık sık kontrol edeceğimden yine buralarda sayılırım.

Herkese hayırlı vakitler dilerim…

11

Çerkez Mutfağından Fıtçın veya Fıççın

Tüm takipçileri Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

En son dizanteri salgınını da atlattıktan sonra elhamdülillah tekrar buradayım. Ben küçükken musluklarımızdan tertemiz sular akar ve o buz gibi suları büyük bir keyifle içerdik. Antep’ de hala öyle ama Konya,İstanbul gibi şehirlerde artık musluk suyu içmek hastalıklara davetiye çıkarmak anlamına geliyor. Etrafımızda içenlere özenip bir ay kadar içme suyumuzu musluktan aldık ve sonucu anne sözü dinlemeyen çocuklar gibi hastaneyi boylamak oldu.:) İnsanın içini acıtıyor ama temizliği bizden öğrenen Avrupa’da bu tür salgınlar hiç yaşanmaz iken, bizim hala bu tür yetersiz temizliğe bağlı hastalıklarla uğraşmamız ne kötü. Rabbim hepimize Müslümana yakışır derecede her işimizde titiz olmayı nasip etsin. Amiiiin…

Yöresel tatlara merakımı bilenler bilir. Antep’in o muhteşem zenginlikteki mutfağı bile bana yetmez, ben daha farklı yörelerin tatlarına ilgi duyarım. Çerkez mutfağı da hamur işleriyle ilgimi çeken mutfaklardan biri. Çerkezlerin etli börek de dedikleri fıtçın lezzetine doyum olmayan bir börek. Fıt galiba “et” demekmiş ve çın da “le,li” eki oluyormuş, yani etli anlamında. Böreğin özellikle taze tüketilmesini tavsiye ediyorum. Arasından suyu akarak taze taze yenmesi gerek. Yanında ayran ile lezzetin tadına varmak için buyurun tarifine:

Malzemeler:

  1. 2 bardak süt
  2. Yarım bardak tereyağı
  3. Un, su, maya
  4. Üzerine sürmek için bir yumurta

İç Malzemesi:

  1. Yarım kg. minik minik doğranmış kuzu eti
  2. 2 tane kuru soğan
  3. 4-5 tane yeşil biber
  4. 3 tane domates
  5. 2-3 diş sarımsak
  6. 1 kaşık karışık salça
  7. Tuz, karabiber

Yapılışı:

  1. Önce hamuru yoğurup dinlenmeye bırakın. ( Yumurtanın sarısını böreğin üzerine beyazını ise hamurun içine koyun.)
  2. İç malzemelerini ete uyacak şekilde minik minik doğrayıp baharatlarla birlikte karıştırın.
  3. Hamuru biri diğerinden biraz daha büyük olacak şekilde iki bezeye bölün ve ilk bezeyi tepsinizin dışına taşacak şekilde merdane ile açın.
  4. Yağladığınız tepsiye açtığınız hamuru kenarlardan sarkacak şekilde serin.
  5. Hazırladığınız harcı eşit bir şekilde hamurun üzerine yayın.
  6. Diğer bezeyi de tepsi büyüklüğünde açın ve dikkatlice tepsinin üzerine kapatın.
  7. Dışarı sarkan ilk yufkayı üstteki hamurun üzerine gelecek şekilde kıvırarak iki hamuru birbiriyle birleştirin.
  8. Tepsinin tam ortasına keskin bir bıçakla bir artı kesip uçlarını dışarı doğru kıvırarark hava deliği hazırlayın.
  9. Üzerine yumurta sarısı sürüp 170° de kızarana kadar pişirin.
  1. İlk sıcaklığı çıkınca soğumadan servis yapın.

Afiyet olsun…

3

Cuma Yazıları / Fark Etmek…

Gecikmeli de olsa tüm inanaların cuması mübarek olsun.

Öykü sever misiniz? Ben çok severim, kısacık zamanda insanı farklı iklimlere, farklı hayat ve zamanlara götürüp getirir.  Yazı yazanlar bilir ki, yazmak ilham işidir, tıpkı şiir, resim vs. gibi. Bu günkü cuma yazım, bir gece yarısı beni yataktan kaldıran bir ilhamla oluştu. İnşallah beğenirsiniz.

O akşam karıştırdığı dergilerde ortak bir nokta fark etmişti kadın. Daha önce de benzer yazılar görmüştü. Yazarlar ağız birliği yapmışcasına anne babaların farkın dalıklarını sorguluyorlardı. Onları yeniden anne baba olmaya çağırıyorlardı adeta.

İçeriden seslenen çocuğun sesiyle irkildi! Hızlı adımlarla çocuğun yanına gitti. Belli ki anlatmak istediği bir şeyler vardı. Çocuk önce okulda duyduğu bazı kelimelerin ne anlama geldiğini sordu annesine. Arkadaşlarının konuşmalarından örnekler verdi. ”Ödevimi yaptım.” demek yerine ”Ödevimi yaptım ki!” dediklerini fark ettiğini anlattı. Annesine bozuk Türkçenin ne demek olduğunu sordu. Türkçe oyuncak değildi ki bozulsun. Kimi şeyleri kimsenin fark dahi etmediğine hayıflanarak dinledi çocuğu. İçinde bir kızgınlık hissetti, çocuğun istediği cevapları vererek odadan ayrıldı…

Okuldaki veli toplantısına geç kaldığını son anda fark edip hemen hazırlanıp evden çıktı. Yol boyu etrafından gelen sesler onu bir hayli rahatsız etmişti. Sokaktaki çocukların küfürlü konuşmaları kulaklarını tırmalıyordu adeta. İçinde kaçma hissi uyanmıştı…oradan çok uzaklara kaçmak

… Yola devam ederken çocukların ailelerini düşündü. Çocuklar bu hale gelene kadar hiç fark etmemişler miydi? Fark edip tedbir almamış, engel olmaya çalışmamışlar mıydı?Bu çocuklar bizim çocuklarımız, yarınımızın anne babalarıydı. Ahiret gününü düşündü, hesap vermeyi, elimizdeki emanetleri, dünü, bu günü, kendi çocukluğunu…

Beyni allak bullak okula vardı. Toplantı başlamıştı. Özür dileyerek kendine bir yer bulup oturdu. Konu okulda düzenlenecek bir gösteride çocukların giyecekleri elbiselerdi. Daha önce neler konuşulmuş anlamaya çalıştı. Sınıf öğretmeninin yumuşak huylu oluşundan, veliler arasında gerekli otoriteyi sağlamakta güçlük çektiğini fark etti. Öğretmen o sırada elinde tuttuğu bir şortu kız çocuğu annelerine gösteriyordu. Şortun ne kadar kısa olduğunu fark etti bir an. Hemen söz alıp itiraz etti, bu şortu kısa bulduğunu ve çocuğuna giydiremeyeceğini kesin bir dille belirtti. Öğretmenin elinde tuttuğu şort, yedi yaşında da olsa imanlı yetişen bir çocuk için, geleceğinde kimlere özenmesi, kimleri taklit etmesi gerektiğini anlatan bir sembol gibiydi. Hayır bunu kabul edemezdi. Yavrusunun fıtratındaki haya duygusunu böyle yırtıp atmak vicdansızlıktı!..

Sınıfta uğultudan başka anlaşılır bir ses duyulmuyordu. Herkes bir şeyler söylüyordu ama, iş bunu direk öğretmene anlatmaya gelince susup kalıyorlardı. Kız öğrencilerin annelerine tekrar tekrar fikirlerini sordu, istemiyorlarsa bunu açıkça ifade etmelerini söyledi kadın. Kalabalıktan düşüncesine bir ses, bir destek bekledi. Tüm ısrarlarına rağmen kimse yüksek sesle belirgin bir şey söylemedi, ama kendi aralarındaki fısıltılardan ne düşündükleri anlaşılıyordu. Her şeye rağmen kararında ısrarlıydı ve bunu öğretmene kabul ettirmişti. Suskun annelere inat şort fikrinden vazgeçilmişti. İnsanların otorite karşısında, benimsedikleri fikirleri, duygularını, inançlarını savunamadıklarını fark etti. Oradaki otorite öğretmendi ve kimse ona karşı fikir beyan edemiyordu. Çok kızdı! Allah insanı en güzel yaradılışla yarattığını buyurmuyor muydu Kur’an’ı kerimde. İnsan önce kendini değerini fark etmeli, rabbinin rızası doğrultusunda fikirlerini bu değere binaen savunmalıydı. Susmak ona çok kalleşçe gelmişti. Üstelik o susanların olayın akabinde, kendisinin itiraz ettiği doğrultuda pasif direnişlerini de fark etmişti. Demiri tavındayken dövmeyenlerin, kupkuru fısıldanışıydı bu…

O akşam eşi eve yine dolu bir zihin ve bilenmiş bir öfkeyle geldi. İş yerinde personele kibirle ve zalimce davranan iş arkadaşını öfkeyle anlattı adam. Ortada kurumsallaşmayı  beceremeyen bir firma ve buna her türlü yeniliğe kapalı zihniyetiyle engel olan bir iş arkadaşı vardı. Çünkü kurumsallaşması bu iş arkadaşının da ipliğinin pazara çıkması demekti. İşçi potansiyelinde olan birinin yönetime soyunması dengesizliğini ortadan kaldıracaktı aynı zamanda. Eşi yemeği tabağına koyduğunda adam hala evdeki sofranın başından çok uzaklardaydı. İş yerinde hiç kimseyi bu adam hakkında toplu olarak şikayete razı edemiyordu. İnsanların seslerini yükseltmeleri gereken yerde susarken, tuttukları takımları savunmak gibi gereksiz şeyler konusunda, ne kadar çok hararetli olduklarını fark etti. Neden artık insanlar bir haksılığa son vermek, bir güzelliği övmek gibi hayra değil de, akşam dizideki olayları tartışmak gibi boş şeylere yöneliyordu? Eşinin ona seslendiğini çok sonra fark etti…

O gece kadın başkalarına kıyasla ne çok şeyi fark ettiğini fark etti. Yeni nesil anne babaların evlatlarına verecek ahlaki değerlere sahip olmadıklarını, içinde duyduğu büyük bir acıyla fark etmişti. Çocukların bu kukla ana babaları parmaklarında oynattığını, evde düzeni sağlayamayan bu ebeveynlerin ise işi eve ”Süper Dadı” çağırmaya kadar vardırdığını fark etmişti…

İslami kesimdeki samimiyetsiz dava insanlarını ve onların para çarkı üzerine kurulmuş düzenlerini fark etmişti...

Şeytanın insana sağdan yaklaşmasının, din adına yaptırdığı dinden uzak ameller olduğunu fark etmişti…

Kendi de dahil tüm insanların daima kendi nefsini temize çıkarmaya çalıştığını fark etmişti... Fark ettikçe acı çekiyordu… İnsanların fark edemeyişine, fark etmekten kaçışlarına kızdı! Kendine de kızdı! Neden her şeyi böyle fark ediyordu ki? Herkes nasıl yaşıyorsa kendisi de öyle yaşasaydı ya. Çünkü fark etmişti ki, fark etmek, fark ettikçe acı çekmek demekti!..

12

Püsküllü Pilav

Allah’ın selamı tüm dostların üzerine olsun. Bloğumu haddinden fazla ihmal ediyorum. Aslında ben Türkiye’ye geleli bir çok şeyi ihmal etmeye başladım. Bundan önceki yazıda hepimizin hastalandığından bahsetmiştim. Meğerse o hastalık benim geçireceğim daha ciddi sağlık problemlerinin başlangıcıymış. Ama çok şükür atlattım ve eski sağlığıma kavuştum.

Bu gün yöresel bir tarif paylaşmak istiyorum. Taze fasulye ve bulgurla hazırlanan bu pilavın adı püsküllü pilav. Taze fasulyenin yanına pilav pişirme zahmetinden kurtaran bir yemek. Pilav piştikten sonra üzerine tereyağıyla sarımsak kavrulup dökülüyor ve lezzetine lezzet katıyor.

Malzemeler:

  • Yarım kg. Teze fasulye ( Bu mevsim buzlukları boşaltma zamanı, donmuş olarak da kullanabilirsiniz.)
  • 2 bardak pilavlık bulgur
  • Bir tane kuru soğan
  • 2 tane domates
  • 1 tatlı kaşığı domates salçası (ben karışık salça kullandım)
  • 2,5 bardak su
  • Tereyağı, zeytinyağı ve sıvı yağ karışımı
  • 2 diş sarımsak
  • Karabiber, tuz

Yapılışı:

  • Düdüklü tencerede sıvı yağlar ile yemeklik doğranmış soğanları kavurun.
  • Bulguru soğanların üzerine atıp 1-2 dak. kavurun.
  • Doğranmış domatesleri de ilave ederek kavurmaya devam edin.
  • Üzerine fasulye, baharatlar ve 2,5 bardak suyu koyarak düdüklü tencerenizin ayarına göre buharı çıkıp kilitlenince ocağın altını kısın. Kısık ateş de 6 dakika bekletip ocaktan alın.
  • 20 dak. tencerenin ağzını açmadan bekletin.
  • Bu arada tereyağında kavurup ocaktan aldıktan sonra kıyılmış sarımsakları yağa ilave edin.
  • Bekleme süresi dolan tencerenizin kapağını açıp sarımsaklı tereyağını pilava ilave edip karıştırın.
  • Yanında ayran ve turşuyla hatta mevsimi gelmişken otlarla servis yapın.
8

Antep Mutfağından Ciğer Kavurması

Allah’ın selamı hepinizin üzerine olsun. Maaile hastalıklı bir haftayı sağlığımıza dönerek atlattık çok şükür. Kış giderken bir çoğumuza “nanik” yaparak gidiyor.:) Hastalıklar da olsa baharın kokusu bile insanı neşelendirmeye yetiyor. Ben bu bahar daha bir farklı hissediyorum. Daha bir mutluyum. Nedenini anlamak zor değil, yıllardan sonra vatanımda soluduğum ilk bahar havası. Meğer Türkiye de bahar ne kadar farklıymış. Ne kadar güzelmiş. Etrafta yeşerdiğini gördüğüm her bitki beni çocukluğuma götürüyor, yeni yeni, yeniden uyanmayı fark ettiriyor. Yolda yürürken, bir bakışta nice kareleri hatırlayıp, yaşayıp öyle yürüyorum. Hep baharın coşkusundan bahsedilir ya, ben galiba ilk kez bu coşkuyu farkına vararak yaşıyorum.

Olumsuzluklara moralimi bozmadan, eskiyle yeniyi kıyaslamadan… Olumsuzluk, malum buralarda gözüme batanlar, beni deli edenler, cinnet geçirenlere hak vermelerim olarak değişik kategorilere ayrılıyor.:) Maalesef vatan insanının, en ahlaklı toplumlardan biriyken nasıl bir değişim geçirerek bu hale geldiklerini düşünüp duruyorum. Burada aklıma sevgili Ayber ablamın, ilimden bir damla olarak algıladığım sohbetleri geliyor. Her şey bir sebep dahilinde ve “O”’nun izniyle yaratılıyor. Mazlumun ders alması, şükretmesi, düşünmesi gibi bilmediğimiz bir çok sebepten, zalim tarafından zulüm görmesi… Bir tarafın -rabbimin o kişinin kalbini bizden daha işi bilmesinden dolayı- hak ettiği cehennem gayyalarına sürüklenirken, diğerinin yine hakkettiğinden dolayı cennet bahçelerine yükseltmesi. Sırrını anlamaya aklımızın yetmeyeceği sebepler, sebepler, sebepler… Ve o sebepleri gerçek maktul sanan bizler…

Bu arada bazı insanların Almanya’dan kesin dönüşümle ilgili pişmanlık duyduğum gibi alakasız zanlara kapıldıkları kulağıma geliyor. Ben buna şöyle cevap vereyim: Bana Almaya’da çook lüks, havuzlu vs. bir ev verseler, üzerine hesabıma milyarlar yatırsalar, üzerine de on bin eu. maaş bağlasalar dahi ben oralara dönmek istemem! Burada duyduğum her ezanı öyle içime çekerek dinliyorum ki, bunu dünyalara değişmem.

Yemek, tabi ya yemek, benim tarif yayınlamam gerekiyordu.:) Bizim ev de ciğer kavurması yapılınca en çok ağabeyim sevinirdi, zira tüm erkekler gibi et yemeklerine çok düşkündü. Hem Doğal olarak Antep’te her erkek gibi yemeği sadece yemekle kalmaz, yapımını da yakından takip ederdi. Anneme ısrarla ciğeri et makinesinde çektirip o şekilde kavurmasını söylerdi. Bu şekli Antep kebapçılarında nohut dürümüyle yarışan, Antep’linin olmazsa olmazı ciğer dürümüdür. Yani abartmıyorum ama Antep de erkekler için ciğer dürümü, sadece bir öğünden, hazır yemekten, kısacası bir dürümden çok başka şey demektir. Annem de mutlaka kendi bildiği usul olan bıçakla kıydığı haliyle pişirirdi. Hatta ağabeyimin bir gün ciğeri kıyma yaptırıp da pişirdiğini ya da pişirttiğini hatırlıyorum. Ağabeyim hala yemeklerin yapımıyla yakından ilgilidir ve yeni tatlar keşfetme arayışında yoluna devam ediyor.

Ciğer kavurmasının aslında mutlaka kuyruk yağı kullanılır. Doğal bir yağ olduğundan dozunu kaçırmadıkça hem faydalı, hem sağlıklı. Hem de bazı yemek ve kebaplarda kullanmak şarttır. Ancak bulamaz iseniz sıvı yağ kullanın. Ben ciğerleri normalde doğranması gerekenden biraz daha iri doğradım, eşim dişine geleni sever. Aslı ya makinede çekilir ya da minik minik kıyılır.

Malzemeler:

  • 300 gr. akciğer
  • 200 gr. karaciğer
  • 100gr. ince çekilmiş kuyruk yağı ( Bulamaysanız sıvı yağ kullanın.)
  • 3-4 tane kuru soğan
  • 1 tatlı kaşığı karışık salça
  • 1 tatlı kaşığı pul biber
  • Karabiber, tuz
  • Yanında mutlaka soğan, maydanoz ve limonla hazırlanmış piyaz ve mutlaka ayran

Yapılışı:

  • Ciğerleri ayrı olarak küçük küçük doğrayın.
  • Kuyruk yağını tencereye koyup eritin ve önce akciğeri tencereye ilave edip kavurmaya başlayın.
  • Akciğeri bir süre kavurduktan sonra karaciğeri ekleyip kavurmaya devam edin.
  • Diğer tarafta soğanları iri iri piyazlık gibi kıyın.
  • Rengi iyice dönen ve yarı pişen ciğerlerin üzerine soğanları atın ve karıştırın.
  • Salça, biberler ve tuzunu katarak soğan yumuşayana kadar kavurun.
  • Servisini ev de hazırlayacağınız lavaş arasında piyaz ve ayranla yapın.

Afiyet olsun…

1

Cuma Yazıları – Dertsiz İlaç

Hepimizin cuması mübarek olsun.

Harunürreşid Hintli, Bizanslı, Iraklı, Zenci dört tabibi bir araya getirdi. Tabiplere “Her biriniz,içinde bir hastalık bulunmayan bir ilaç ismini söylesin” dedi.

Hintli olan,

“Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç kara helile meyvesidir.”

Bizanslı tabip,”Bana göre beyaz turp tohumudur.”

Iraklı tabip,

“Bana göre sıcak sudur” dedi.

Zenci tabip ise,

“Helile meyvesi mideyi burar. Beyaz turp tohumu mideyi inceltir. Sıcak suda mideye rehavet verir, bu da bir  hastalıktır”Tabipler kendisine,

“Peki sence hangi ilaç herhangi bir hastalık içermez?” dediler. O da şu cevabı verdi;

“Bu ilaç canınız çekmedikçe yemeğe oturmamak ve daha iştahın varken sofradan kalkmaktır.” Bu sözler üzerine diğer doktorlar hep birlikte,”Doğru söyledin!” dediler.

4

Cuma Yazıları/ İşaret…

Cumayı bayram bilen ümmetin cuması mübarek olsun.

Az önce Altınoluk dergisini okuyordum…Dergideki yazılardan biri beni çok etkiledi ve hemen aklıma cuma yazılarında paylaşmak geldi.  Yazının konusu, Ayşe Tuba Bakiler hanıma  e posta ile gelen bir dirilişin öyküsü. Dergiden Aynen alıntı yapıyorum:

Bir Avustralyalı üniversite talebesi İslam’a giriş hikayesini, kendi ağzından anlatıyor. Ateist olan genç önce Hristiyanlık sonra Yahudilik derken Hinduizm, Budizm vs. ve nihayet “terörist” olarak nitelendirdiği Müslümanların dinini araştırmaya koyuluyor. İlk karşılaşma ve diyalog Müslümanlara olan ön yargısını kırmaya yardımcı olur. Sorduğu sorulara hep kesin delillerle Kur’an’dan cevap bulur. Etkilenir. Kur’an’ı Kerim meali okumaya karar verir. Bir akşam odasına çekilip pencereyi açar, sessiz bir ortamda mum yakar ve sessiz bir ortamda ruhani bir şeyler beklemeye başlar. Adeta Allah-ü Teala ile pazarlığa girer(!): “Bak Allah’ım! Senden bir işaret bekliyorum, ben buradayım, sen de var olduğunu belli et. Küçük bir işaret, odama bir kuş düşsün, duvar çatlasın, mum yeniden alevlensin vs.” gibi saçma bir beklenti içine girer. Devamında: “Çok büyük büyük bir hayal kırıklığına uğradım. En ufak bir işaret yok, beklediğimi bulamadım. Kesinlikle yok. Bu son şansımdı ve onu da (İslam’ı) bulamadım dedim. Sonra tekrar bıraktığım yerden meal okumaya döndüm. Arka sayfanın ilk ayeti şuydu: “İçinizden işaret arayanlar için size yeteri kadar göstermedik mi? Etrafınıza bakın, yıldızlara, güneşe, suya bakın, bunlar ilim sahipleri için işaretlerdir.” Sübhanallaaah! Çok korkmuştum. Bütün bu işaretler etrafımdayken, ne kadar kibirli olduğuma inandım ve ertesi gün Müslüman oldum.”

Biz yıllarca arayıp, çırpınmadan bulduk. Bu yüzden mi inancımız her şeyden, gezmeden, tv.den işimizden, evimizden daha ucuz! Rabbim, bizi ıslah et, ıslah et, ıslah et…Amiiiin.

3

Olduğu Gibi Anlatılamayan Osmanlı ve Avokadolu Kaygana

Allah’ın selamı, rahmeti hepimizin üzerine olsun. Bir süredir TRT ekranlarında reklamı gösterilen “Bir Zamanlar Osmanlı” filmini bir çoğumuz gibi merakla bekleyenlerdendim. Malum atamız Kanuni’ye yakıştırılan yakışıksızlıklardan son derecede rahatsız olanlardanım. Belki bir ümit TRT gibi bir kanal, daha çok gerçeklere yakın bir anlatım içinde olur diye düşünmüştüm. Nede olsa “Kuruluş” gibi tarihi bir filme imza atmış bir kanal. Akşam yemeğinde de eşimden filmin Zaman gazetesinde çıkan reklamını duyunca, açıkçası daha da bir heyecanlandım. Hatta hiç adetim olmadığı üzere, kendi tarihine hayranlık ve merak duyan oğlumu ve kızımı da yanıma alıp, çocukların uyku saatine inat ekran başına geçtim. Öyle ya atalarımızın havasından bir soluk da olsa soluyacağız. Filmin tarihteki siyasi gerçekleri ne kadar yansıttığını uzman olmadığımdan pek bilemem ama bu tür filmlerde hep yapılan bazı hatalar gözlerimi yine ısırdı! Anlamadım, anlamıyorum ve anlamamakta da ısrarlıyım, neden Osmanlı hiç bir filmde gerçekten olduğu gibi yansıtılamıyor? En başta filmdeki kadınların tesettürsüz, saçlarını sallaya sallaya sokaklarda gezmeleri müthiş derecede canımı sıktı. Çocuklarım bile kendi bildikleri Osmanlı kadını ile ekrandakileri bağdaştıramayarak rahatsızlıklarını dile getirdiler. Kim bu Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’nin topraklarında lüle saçlarıyla gezen Müslüman hatunlar? Allah aşkı için bu tarihi nereden okudunuz? Bu iftira Haçlı kaynaklarında bile olmaz. Yani neden? Neden tesettür konusu bu kadar rahatsızlık veriyor da, sizi tarihi, hele de kendi muhteşem tarihinizi çarpıtma gafletine düşürüyor? Şimdi ne olursak olalım, ama atalarımız, kökümüz Osmanlı tam bir İslam hükümdarlığı idi. Topraklarında İslam kokardı, hayatın her safhasında İslamın varlığı ilk göze çarpan gerçekti. Yani İslam hayatın içinde, hayat zaten İslamın ta kendisiydi. Bu tür eksiklerle dolu filmlerde, karelerin, giyimlerin, tavırların, konuşmaların ve düşüncelerin çok yapay ve sahte olduğu fark ediliyor. O zamanlardaki insanların vakarını, imanını, ve ahlakını yansıtmadığı da apaçık.

Diğer saçma tarafıysa, konuşulan dil… İnanılır gibi değil ama meğer Osmanlı günümüz Türkçe’siyle konuşuyormuş! Tabi Osmanlıca bir konuşmadan bahsetmiyorum ama, kullanılan kelimelerin basitliği o kadar kulak tırmalıyor ki, üsluplarındaki hafiflik, filmi gerçeklerden uzaklaştırmaya yetiyor. Yıllar öncesi TRT’ nin baş yapıtlarından olan” Kuruluş” filmini hepiniz hatırlarsınız, film tekniklerinin ilerlemesi, ayrılan bütçeler, imkanlar vs. yıllar öncesi yapılanının tadında bir film yapmaya maalesef yeterli olmuyor demek ki. Demek ki, bu işler gönül işi. Yapmış olmak için olmuyor!

Bunlar benim gözüme çarpanlar ve dile getirdiklerim. Bakalım bundan sonrası bize “Muhteşem Yüzyıl”(!) rezaletini aratır mı dersiniz?

Ekleme: Bu ay  PCnet dergisi “Piri Reis’in seyir defteri” Lavantin Antep yemeklerinden övgüyle bahsetmiş. İlgilerinden dolayı teşekkür ederim.

Tabi sayfamızın asıl hedefi yemek… Bir zamanlar ben Avrupa’dayken… Diye başlamayacağım ama Almanya da bir vakitler delirmişcesine avokado yiyordum. Kalori değerini filan düşünmeden günlük bir iki tane avokadoyu haftalarca yedim yedim… Ev de azalınca krize girecek gibi oluyordum.:) salatalın içinde pek denemedim, çünkü avokadonun sadece tuz ve limonla olan hali bence çook lezzetli oluyor. Şimdi uzun zamandır yemiyorum ve tadını alırsam tekrar başlarım diye korkuyorum. İşte o zamanlar denedim ve hoşuma giden basit bir tarif vereceği, avokadolu kaygana. Kahvaltı ve ara öğünlerde hoş oluyor.

Malzemeleri:

  • 1 yumurta
  • 1 bardak süt
  • Alabildiği kadar un( Kıvamı akışkan bir kek hamuru gibi)
  • Yarım paket kabartma tozu
  • 1ay kaşığından az tuz
  • Tavayı yağlamak için 1 yemek kaşığı sıvı yağ

Arasına Koymak İçin:

  • 2-3 avokado
  • 2-3 yemek kaşığı krem peynir veya bir miktar ezilmiş beyaz peynir.
  • Bir tutam maydanoz

Yapılışı:

  • kaygana malzemelerini karıştırıp pürüzsüz olana kadar çırpın.
  • Tavaya 1 kaşık sıvı yağ koyarak ısıtın ve hamurunuzdan bir kepçe tavaya koyup tavanın tüm tabanını kaplayacak şekilde yayın.
  • Yardımcı bir aletle kaygananın kızaran tarafını ters çevirerek diğer tarafı da kızartın. Bu işlemi hamur bitene kadar uygulayın.
  • Peynir ve kıyılmış maydanozu karıştırın, avokadoyu büyükçe dilimleyin.
  • Ilınan kayganalara kerem peyniri sürün ve avokado dilimlerini peynirin üzerine yerleştirip sarma yapar gibi sarın.
  • İşlem bitince istediğiniz kalınlıkta dilimleyerek servis yapın.

Afiyet olsun…

11

… Hastanesinde Bir Gün…

Hepimizin cuması gecikmeli de olsa mübarek olsun. Niyetim akşamdan cuma yazısını hazırlamaktı ama imkan bulamadım. Bu gün hep paylaşageldiğim cuma yazılarından farklı bir yazı paylaşmak istedim. Türkiye’de düzeltilmeye çalışılan sağlık sistemiyle alakalı yaşadığım ve ilgili tüm kurumlara sözlü ve yazılı olarak ilettiğim şikayetimi, sizlerde duyun istedim. İstedim ki, bu olay esnasında hastanede olan tüm diğer hastalar kafasını sallamaktan ziyade harekete geçsinler. İstedim ki, görevi hizmet etmek olan bir takım insanların, kendini biz halkın hakkını çiğneyecek bir konumda görmesine engel olalım. Lütfen susmayalım! Hak aramayana kendiliğinden verilmiyor. Allah’ın sistemi değil bu çünkü kul sistemi. Rabbim istisnasız her yarattığının zerre hakkını haşa çiğnemeden verir, ama biz beşer hakkı almak için de vermek içinde ittirme olmadan harekete geçmiyoruz.

Sağlıkla ilgili tüm şikayetleriniz için Alo sabim 184 veya www.saglik.gov.tr adresindenWeb uygulamaları bölümüne girin ve oradanHasta Hakları” – bağlantısını tıklayın, açılan penceredenŞikayet” bağlantısını tıklayarak sizden istenen bilgiler sonrasında şikayetinizi lütfen ilgili yerlere iletin.

Aşağıdaki  yazı Yukarıda verdiğim web adresine yaptığım yazılı şikayet mektubudur. Alo 184 de ise sözlü olarak şikayet ettim. Eminim ki içinizde çook daha kötü olaylarla karşılaşanlarınız vardır. Gerektiğinde harekete geçmeniz adına ben bir adım atmak istedim. Sayfamda hastane ismi vermiyorum ve doktorun da sadece ön adını kullandım. Çünkü  sorun sadece  şahıslar değil, şahısların şahsiyetsizlilerini  seyreden bizleriz.

6 mart 2012 öğleden sonra 13.30 da ayağımdaki ağrıdan dolayı, ilgili hastanenin ortopedi bölümüne başvurdum. Sıra numarasını alıp beklemeye başladım. Muayene odasının kapısında asılı olan elektronik ekran bozuktu ve sıramızı takip edemiyorduk. Kapının önünde ayakta bekleyenler kapı açılınca direk içeriye giriyorlardı ve kimin sırası , kimin sırası değil bir kargaşa söz konusu idi. Durumu içerideki doktor ve hemşireye bildirdiğimde aldığım cevap sadece içeride hasta varken yaptığımın ayıp olduğunun söylenmesi oldu. Oysa içeride doktorun tanıdığı bir bey vardı İçeride bayan bir hasta olduğu halde, hasta mahremiyeti gözetilmeden içeriye alınmış ve sohbet ediyorlardı. Dışarıda beklemeye devam ettim ve içeriden hemşirenin, sadece kapı önünde ayakta bekleyenlerin duyabileceği bir ses tonuyla hastaları çağırdığını işittim. Hemşire hanım tenezzül edip sesini duyurmak için dışarı çıkmak bir kenara, ayağa bile kalkmıyordu. Bizler orada sıra beklerken biraz önce doktorun tanıdığı beyle gelen torpilli hasta hanım, hepimizden önce muayeneye alındı ve biz sadece beklemekle yetindik…

Bu sürecin sonunda muayene sırası bana geldi ve daha önce şikayet etmiş, mimlenmiş bir hasta olarak odaya girdim. Doktor görevine yakışmayacak lakayt bir şekilde şikayetimi sordu ve beni röntgene gönderdi. Doktor hemşiresiyle olan cıvık tavırları ağzında çiğnediği şakır şakır çikletle doktordan beklenmeyecek bir seviyesizlik içinde ve hastaya saygı denen şeyden bihaberdi. Röntgen sonrası doktorun değerlendirmesini beklerken doktor ve hemşire hanım “Doktorun işi var, biraz bekleyin.” diyerek polikliniği terk ettiler. 15-20 dak. sonra başka bir hemşire doktorun çarpıntısı olduğunu söyleyerek bizi vardiya doktoruna yönlendirdi. Bu doktorda kendi hastaları olduğu için bize bakamayacağını söyledi ve biz 2 saatlik beklemenin sonunda ortada öylece kaldık.

Akabinde daha fazla dayanamayıp hasta haklarına gittim. Beni oradan başhekim yardımcısına gönderdiler. Yönlendirildiğim başhekim yardımcısı yerinde olmadığından, nöbetçi başhekim yardımcısına, oradan da yine başladığım noktaya hasta hakları bölümüne yönlendirildim. Hastane de geçirdiğim zaman, ev de bekleyen çocuğum, okuldan almam gereken diğer çocuğum ve evimin hastaneye olan uzaklığı ile ben saatlerce hastane içinde boşa zaman geçirdim. Nihayet hasta haklarındaki görevli beni dinledi, ilgili bölümü arayarak benim sonuç almak istediğimi ve mağduriyetimi bildirdi. (O gün o hastaneden şikayetimle ilgili sonuç almadan oradan ayrılmayacağımı ve sinirden beynimin nasıl kaynadığını görevli de fark etti.) Ben tekrar ilk gittiğim Ahmet beyin (!) muayenehanesine geldim, doktorum sapasağlam yerinde oturuyordu. Ekranda şöyle bir röntgenime baktı ve iki ilaç yazıp beni gönderdi. Ayağımın ağrısından dolayı gittiğim doktordan bırakın muayeneyi, çorabımı bile çıkarmadan – o esnada saat dörde geliyordu – evime doğru yola çıktım.

Ahmet bey (!) doktorluk mesleğinin inceliklerinden bihaber, saygısız, hemşiresiyle arasındaki rahatsız edici samimiyetiyle, yirmi yıl önceki sağlık sistemimize ait zavallı bir doktor olarak zihnimde yer etti. Bu bey hakkında mutlaka işlem yapılmasını istiyorum ki, Türkiye de hala, bizim paramızla görevlerini devam ettiren, bu tür devlet personelini artık görmek istemiyoruz. 

 

İlgilerinize sunar teşekkür ederim.

10

Beslenme Adına Birkaç Kelam ve Konya’dan Kikirdekli Kesme Çorbası

Tüm takipçilerimi Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Yine uzuun bir aradan sonra rabbim nasip etti ve sizlere seslenme fırsatı buldum. Bu gün paylaşacağım tarif ve yazım geçen aylarda  Konya’nın yerel dergisi Umay için hazırladığım bir yazı. Zira bir süredir sağolsunlar  Umay’da benim için de bir köşe ayırdılar. Tarifim Konya’nın geleneksel ama çok tanınmayan lezzetlerinden, kikirdekli kesme çorbası. Tabi tarifle beraber ne yazacağımı düşünürken, doğal olarak kendi konum olan beslenme ile alakalı bir kaç söz etmekte fayda var diye düşündüm.

Hepimiz sağlıklı yaşamayı ister, bir çoğumuz da bu konuda elinden gelen gayreti sarf eder. Sağlıklı yaşam, çerçevesi oldukça geniş olan bir konu. Çünkü yaşam deyince zihin ve bedenimizi alakadar eden her şey bu anlamda değerlendirilir. Bu bağlamda düğününce, elbette beslenme sağlıklı yaşamın tartışılmaz gereklerinden. Peki sağlıklı yaşamak için beslenirken nelere dikkat ediyoruz? Hayvansal gıdaları sofrasına koymayandan tutun, sağlıklı beslenmek adına bir öğünde 5-10 çeşit ayrı besini alan insanlara bile rastlarız. Ancak, bir çok alanda olduğu gibi bu işin sınırını pek azımız merak eder. Sağlıklı yaşamak acaba çok çeşitli beslenmek mi, yoksa belirli yasaklara bağlı bir diyet uygulamak mı? Ben,  bu konuyu çok iyi bilen bir beslenme uzmanı değilim, ama Allah’ın kuluna çizdiği çizginin en doğru istikamet olduğunun farkında olan biriyim. Bu sebepten mutfak konusunda kafamı genellikle çevre kaynaklı duyumlara kapatır ve Kur’an, sünnet ve ecdadın izinde gitmeyi tercih ederim. Bir makinenin kullanma kılavuzuna uymak, o makineden en iyi verimi almak demektir. İnsanın kullanma kılavuzu da malum olduğu üzere Kur’an-ı kerim ve onun açıklayıcısı olan sünnetlerdir. Tabi ecdat da bu minvalde gittiğinden, bizim onların izinde giderek beslenmemiz, sağlıklı yaşam adına atılacak yerinde adımlar olur.

Yıllarca sızma zeytinyağından, tereyağından, kuyruk ve iç yağlarından bilinçli olarak uzaklaştırılan bizler, yıllar sonra bunun sonucunu çürük bünyeler olarak aldık. Ne olduğunu bilmediğimiz bir yığın suni gıdayı dolaplarımıza doldurup, doğal olanlardan kaçtık. Hiç aklımız gelmedi “ Allah’ın yaratıp da helal kıldığı yiyeceği, biz neden yemeyelim?” Bunu sormadık ama, gereksiz bir sürü bilgi bombardımanıyla beynimizi doldurduk…

Zararlı olan, Kur’an-ı kerimde bile adına yemin edilen zeytin miydi, yoksa onu yükselen hayat standartlarıyla gereğinden fazla tüketmek mi? Bal mı diyabet yapard,ı yoksa fıtratın dışında beslenmek mi? Et ve hayvansal yağlar mı güya kolesterole(!) bağlı kalp krizini tetiklerdi? Yoksa midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de hava almaya ayırın buyuran bir peygamberin (SAV) ümmeti olarak, nefes alamayacak kadar çok yiyen bizler mi, aşırı yük binen organlarımızın iflasına sebep oluyoruz?  Sağlıklı insan, rabbinin helal kıldığı her besini ölçüyle tüketendir. Kulağına gelen her bilgiyi İslam potasında eriten ve iman kalıbına oturtandır. Önümüzde bunca kandil varken kör ışıkların peşine düşmek bize yakışmaz.

Kikirdekli kesme çorbasını Nevin Halıcı hanımın “Konya Yemek Kültürü ve Konya Yemekleri” adlı kitabında görmüştüm. Özellikle çorbanın kikirdek dedikleri kızarmış hamurlarla süslenmesi dikkatimi çekmişti. Ve bu kikirdekleri sade yağ da ( sade yağ tereyağının ayranı anılanarak elde edilen saf bir yağdır.) kızartılması oldukça ilginç geldi. Çünkü biz genç kuşaklar hayvansal yağ da bir şeyler kızartmayı düşünemeyiz. Ama tabi dengeli tükettikten sonra her helalde bilinen bilinmeyen sayısız şifalar gizlidir.

MALZEMELER

Hamuru için:

  • 2 bardak un
  • 2 yumurta
  • Ortalama iki yumurta dolusunca su
  • 2 çay kaşığı tuz

Çorba için:

  • 5 su bardağı su
  • 1 su bardağı süzme yoğurt ( Tatlı olmasına dikkat edin.)
  • 4-5 diş sarımsak
  • Çorbanın üzerine gezdirmek için 2-3 kaşık sade yağ ( Sade yağ bulamayanlar tereyağı da kullanabilir.)
  • Yeterince tuz

YAPILIŞI:

  • Önce hamur malzemeleriyle mantı hamuru gibi sert bir hamur yoğurun ve 10 dak. dinlenmeye bırakın.
  • Hamuru iki parçaya bölün ve bir parçasını bıçak sırtı kalınlığında açın.
  • Açtığınız hamurdan 1-2 cm. büyüklüğünde parçalar kesin ve hafif unlayarak bir bez üzerinde kurumaya bırakın.
  • Diğer hamuru da parmaktan daha ince şeritler halinde yuvarlayarak yine birer cm. lik parçalara kesin.
  • En son kestiğiniz 1 cm lik hamur parçalarını kızdırdığınız sade yağ veya tereyağında kızartıp bir kenara alın.
  • 5 bardak suyu kaynatarak ilk kesilen ve kurumaya bırakılan hamurları bu su içinde yumuşayana kadar pişirin.
  • Hamur pişerken diğer tarafta, süzme yoğurdu kaynayan çorbanın suyundan yavaş yavaş alıp incelterek çırpın ve kıyılmış sarımsakları ekleyin.
  • Tencerede kaynayan hamurlar yumuşayınca ocaktan alıp ilk sıcaklığının çıkmasını bekleyin.
  • Sarımsaklı yoğurt ile pişen hamurları karıştırarak yavaş yavaş birleştirin, tuzunu ilave edin..
  • Sade yağı kızdırıp servis tabaklarına aldığınız çorbalara paylaştırın ve üzerilerini kızarttığınız kikirdeklerle süsleyin.
2

Cuma Yazıları / Ben Seni ALLAH İçin Seviyorum..!

Bütün ümmetin cuması mübarek olsun. Rabbim bu cuma hürmetine tüm sıkıntılı ümmetin sıkıntılarını hayra çevirsin. Bu hadis-i şerifi öğrenelim çok olmadı. Okuduğumda  çok hoşuma gitmişti, zira ben de hep bu yolda harek eden biriyim. Bu düşüncemin kendimce mantıklı açıklamlarını yaparken, bunu efendimizin tavsiyesi olarak okuyunca hem uygular hem tavsiye eder oldum.

Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna gelen bir kimse,

oradan kalkıp gitmekte olan bir başka müslümanın arkasından :

“Ya Rasulullah, ben bu giden adamı seviyorum”
…demişti….

Peygamberimiz (S.A.V) ona

“Öyle ise ona kendisini sevdiğini bildir”
buyurdu…

Bunun üzerine o zat o kimsenin arkasından gitti, ona yetişti ve :

“Ben seni ALLAH için seviyorum”
dedi…

Bunun üzerine o Müslüman:

“Öyle ise beni uğrunda sevdigin Allah da seni sevsin”…
diye dua etti….

Ebu Davud

 

7

Annemin Balık Terbiyesiyle Palamut Kızartması

Herkesi Allah’ın selamıyla selamlıyorum. Havalar soğumadı, soğumadı derken bir çok yerde sıcaklılar mevsim normallerine döndü. Buralarda da lapa lapa yağan karları görünce ve de o rahmete duyulan ihtiyacı göz önüne alınca içimize hoş bir ferahlık verdi. Elbette bu hava şartlarından olumsuz etkilenecek insanlara rabbim acil yardımını ulaştırsın demeden de geçemiyorum.

Bu gün kış sofralarının vazgeçilmezi balık tarifi vereceğim inşallah. Bu tarif rahmetli annemin istisnasız her balık yaptığımızda uyguladığı, adeta onunla özdeşleşmiş bir terbiye çeşidi. Ona göre, ki ben de aynı görüşteyim, balığın ağır kokusunu ve tadını hafifletirdi. Bu terbiyeyi her balık için uygulayabilirsiniz, yanlış somonda hiç denemedim.  Ben tarifimde palamut kullandım. Annem daha çok istavrit kullanırdı. Zaten eskilerde Antep’de istavrit ve hamsiden başka balık çeşidi de pek bulunmazdı. Neyse şimdi sağlıklı sağlıksız bir çok gıda seçeneğiyle karşı karşıya olan bizler bulduğumuzla yetinmenin adını unuttuk ve bulduklarımızın arasından seçim yapma lüksüyle(!) mücadele ediyoruz. Tabi bu seçeneklerin doğru kullanılmadığında çoğu zaman sağlığımızı ne denli olumsuz etkilediği gerçeğini bilmeden. Dün gece okuduğum bir hadisi şerifi de burada paylaşmak istiyorum:

Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler: Göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve yakîn (iman) azlığıdır”..

Malzemeler:

  • 1 kg. istedğiniz bir balık türü
  • 1 tane limon
  • 4-5 diş sarımsak
  • 1 yemek kaşığı ( dolu olmasın) karışık salça
  • Tuz, karabiber
  • Kızartmak için zeytinyağı ve un
  • Yanına olmaz ise olmazı bol soğanlı yeşil salata

Mümkünse bir gün önceden terbiyeyi hazırlayıp balığı bu terbiyede bekletin.

Yapılışı:

  • Limonun kabuklarını soyun ve yemeklik soğandan daha irice doğrayıp karıştırma kabınıza koyun.
  • Sarımsakları da halka halka doğrayıp diğer malzemelerle kabınıza ilave edip bir iki kaşık su ekleyerek karıştırın.
  • Ayıklanıp yıkanmış balıkları terbiye kabına koyun ve balığın her tarafının hazırladığınız terbiyeye bulanmasını sağlayın. İçi dışı terbiyeye bulansın.
  • En azı bir kaç saat bu terbiye içinde buzdolabında bekletin.
  • Zeytin yağını kızdırın ve balıkları üzerine yapışan  terbiye malzemesini temizlemden una bulayın ve arkalı önlü kızartın.
  • Servisi bildiğiniz gibi, afiyet olsun…
5

Malatya Mutfağından Yumurtalı Yumru Köfte

Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi tüm inanların üzerine olsun. Yine aradan planlanandan çok daha uzun bir süre geçti ve ben tekrar sizlere iki kelam etme fırsatını kendime verdim.  Kendime verdim diyorum zira ortada beni engelleyecek çok şükür hiç bir durum yok. Sanırım benim koltuk tek karpuzluk, bir kaç karpuz koymaya çalışınca bir şeyler aksıyor. İşin şakası bir tarafa inşallah geçici bir durum diyerek üzerinde durmuyorum.

Memlekete dönüşümle ilgili açtığım veya bana özel kalan yorumlarınız ve e postalarınız oluyor ve herkes uyum konusunu soruyor. Onlara tek tek cevap vermeye çalışsam da buradan da halet-i ruhiyemi merak edenler için bir iki satır yazayım. Elhamdülillah bazı olumsuz düşünenlerin aksine Türkiye de yaşamaktan çok mutluyuz. Topraklarından sökülen bir bitki başka topraklarda da kök salıp yaşayabiliyor olması kimseyi düşündürmez, ama sanki doğuştan Avrupa’lı doğmuşuz da oralar her açıdan istisnasız refah beldeleri gibi algılanıp,  kimse gurbettekilerin halini sormaz. Yani biz de kendi topraklarımıza döndük, bunda neden uyum sorunu yaşayalım? Çok daha rahat, çok daha huzurlu bir ortam. Evet memleketimin insan kaynaklı bazı sıkıntılı durumları olabiliyor – aldatmayı zanaat edinmiş pazar ve sair esnaf gibi- ancak biraz daha tanıdıkça size mal satanların değil de siz kendi akıl ve iradenizle karar vermeyi öğreniyorsunuz. Tabi dürüst esnafı tenzih ederim.

Ben yurt dışına ilk gittiğimde aylarca hatta yıllarca uyum sorunu yaşadım ve kendi kapalı kapılarımın ardı hariç hiç rahat olamadım. Benim gibi bir çok arkadaşım da aynı sıkıntılı ve uzun süreci geçirdi. Çoğumuz uzun depresyonlar, takıntılar vs. gibi  psikolojik sıkıntılar yaşadık. Destek alma imkanı bulanlar terapi gördü. Yani asıl uyum sorunu gurbetçilere sorulmalı. Sonuç olarak ortada siz ne yaparsanız yapın, kendiniz olduğunuz sürece sizi kabul edip onaylamayacak, fakat bu hissiyatını eline geçen en ufak fırsatta bile sinsice dışarı vuran bir toplum var. Ya onlar gibi sınırsız olup özünüzden kopacaksınız, ya da siz  “yabancı” olarak kara kafalı kakalaklar (böcek) olarak ne kadar başarılı olsanız da size bir kulp takıp bir yafta yapıştırıp önünüze olmadık engeller çıkaracaklar. Ağırbaşlı çocukların sorunlu sayıldığı bir toplumdan bahsediyoruz. Yani ben kendime döndüm ve her gün bu kararım için şükrediyorum. Rabbim imkanı olup da cesareti olmayan herkesin yolunu hayra açsın.

Yöresel yemekler her daim iştahımı açıp daha çok ilgimi çeken yemekler. Özellikle bulgurlu köfteler Antep mutfağındaki çeşitliliği kadar Malatya gibi şehirlerin mutfaklarında da büyük yer almakta, hatta Malatya mutfağında 130 çeşit köfte olduğunu da yine arkadaşım Cahide’denin yazısında okudum. Bu gün Malatya’nın yumurtalı yumru köftesinin tarifini paylaşacağım. Tarifin malzemelerini arkadaşımdan aynen yazıyorum.

Malzemeler: ( Köfte İçin)

  • 2 su bardağı köftelik bulgur(ince)
  • 1.5 su bardağı su (ıslatmak için)
  • 5 yemek kaşığı un
  • 1 bardaktan bir parmak eksik su (yoğururken kullanılacak)
  • 1.5 tatlı kaşığı tuz

Kavurma Malzemeleri:

  • 4 yumurta
  • 4-5 diş sarımsak
  • Tereyağı ve zeytinyağı
  • Karabiber

Yapılışı:

  • Bulguru ılık suyla ıslatıp şişene kadar bekletin.
  • Kabaran bulgurun üzerine un, tuz ve su yardımıyla macun gibi yoğurun ki, bu zaten zor olmayacaktır.
  • Köftenizden fındık iriliğinde parçalar koparın ve Cahide’nin de yazdığı gibi orta parmağınız ve avucunuz arasında sıkıştırarak kuru bakla çekirdeği şekline benzeyen bir şek,il verin.
  • Tüm köftelerin şekil verme işlemi bitince kaynattığınız tuzlu suda köfteler yumuşayana kadar pişirin.
  • Köfteleri süzeğe alın ve tereyağını ve zeytinyağını kızdırıp yumurtaları kavurun.
  • Yumurtalar kendini toparlamaya başlayınca kıyılmış sarımsakları ilave edip ardından köfteleri katın ve birkaç dak. Köftelerle birlikte kavurun.
  • Sıcak servis yapın ve üzerine karabiber ve pul biber serpin.

Ayrıca benim tavsiyem yoğurtla servis edilmesidir.

3

Cuma Yazıları / İmam-i Azam Hazretlerini Zekası

Tüm Muhammet Ümmetinin değerli cuması mübarek olsun. Bendeki bu hal her neyse cuma yazılarını bile ihmal etmeye başladım. Oysa okuyup ta cuma yazıları için ayırdığım o kadar da bekleyen yazı var. Rabbim cuma hürmetine tüm gönüllerin hayırlı dileklerini versin, içinde de bizlerin…

Bir kimse, altınlarını bir yere gömmüş fakat sonradan bu altınları nereye gömdüğünü unutmuş. Ne kadar düşünüp taşındıysa bir türlü aklına gelmemiş. İmâm-ı Âzam Hazretlerine gelip meseleyi anlatmış. İmâm-ı Âzam Hazretleri “Bu, fıkhî bir mesele değil ki sana bir hal çaresi söyleyeyim. Ancak sen git, gece sabaha kadar namaz kıl ki, nereye gömdüğünü hatırlarsın.” Demiş.

Bunun üzerine adam gidip namaz kılmaya başlamış. Gecenin dörtte birinden az bir zaman namaz kıldığı esnada altılarını nereye gömdüğü hatırına gelmiş.

İmâm-ı Âzam Hazretlerinin yanına gelip vaziyeti anlatmış. İmâm-ı Âzam Hazretleri “Şeytanın, senin gece sabaha kadar namaz kılmana razı olmayıp unuttuğunu hatırlatacağını biliyordum. Yazık sana!… Keşke sen de Allâhü Teâlâ’ya şükür için sabaha kadar namaz kılmaya devam etseydin.” Demiş.

 

6

Açma…

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sizlerle buluşmakta arayı açsam bile takip edip yorum ve E- postalarıyla beni yalnız bırakmayan tüm dostlara teşekkür ediyorum. Artık kendimi Türkiye’li hissedip buralara alışmama rağmen hala mutfağımla aramızda garip bir soğukluk var. Yeni tarifler denemiyor zor yemeklere pek girişmiyorum. Nedenini hala çözemedim ama sanırım psikolojik ve bedensel yorgunluktan diye tahmin ediyorum. Eski mutfağım yeni mutfağıma göre çok büyük ve daha rahat bir ortam, ama eski şirin mutfağımdaki standartları henüz oturtamadım. Mesela biraz değişik bir şeyler yapmak istesem malzemenin henüz mutfağımda yer almadığını fark edip vazgeçiyorum. Alışverişte evin eksikleri hala tamamen bitmediğinden diğer ihtiyaçların yanında benim malzeme listesi bir kenara atılıveriyor. Almanya’dayken bir malzemeyi almak için ihtiyacımı beklemez ev de bulunsun diye alırdım. Ama şimdi hala o düzeni tam olarak oturtamadım. Ümitliyim zamanla olacak inşallah.:)

Büyüdüğü ortamda benim gibi açma dan bihaber olanlar nette açma resimlerini gördükçe ekrana yapışıp kalıyor olmalı, en azından ben öyleyim. Birkaç denemeden sonra kendime göre, resimlerindeki gibi lezzetli bir tarif edindim. Denemeyenler için tam zamanı, sıcak çay ve birkaç dilim peynirle nefis bir öğün.

Malzemeler:

  • 2 bardak ılık süt
  • Yarım çay bardağı sıvı yağ
  • 1 tane yumurta (sarısını yüzüne süreceksiniz)
  • 2 yemek kaşığı toz şeker
  • 1 yaş maya veya bir paket kuru maya
  • 150 gr. Kadar yumuşak tereyağı
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Aldığı kadar un

Yapılışı:

  • Tereyağı ve yumurta sarısı hariç diğer malzemeleri güzelce karıştırın ve yavaş yavaş ununu ekleyerek orta yumuşaklıkta bir hamur yoğurun.
  • Hamuru sekiz bezeye bölün ve her bezeyi pasta tabağı büyüklüğünde açın.
  • Tereyağını dört eşit parçaya ayırarak her parçayı bir bezenin üzerine orantılı bir şekilde yayın.
  • Yağlanan dört açmanın üzerine yağlanmayan diğer dört açmayı kapatın.
  • Elde ettiğiniz dört adet açmayı teker teker sarma sarar gibi sarın.
  • Eğer ortam sıcaksa sarmaların üçünü buzdolabına kaldırarak kalan sarmayı elinizle sıkarak ve kıvırarak uzatın.
  • İncelen sarmayı altı parçaya kesin ve parçaların ikisini birbirinin etrafında döndürerek bükün ve uçlarını birleştirip açmanın son şeklini verin. (Sarmaları uzatırken uzunluğunu daha sonraki işlemi düşünerek ayarlayın.)
  • Diğer sarmalara da aynı işlemi uygulayanı ve üzerilerine yumurta sarısı sürüp tepsi mayası için 10-15 dak. Bekletin. Bu esnada fırını 200° ye ayarlayın.
  • Biraz kabaran açmaları sıcak fırına koyun ve nar gibi kızarana kadar pişirin.

NOT: Açmalar ve genel olarak mayalı hamurlar, fırının derecesine, mayanın tazeliğine veya çok bekleyerek mayanın ölmesine bağlı sebeplerden sert ve kuru olabilir. Bu sebepler dışında yumuşacık ve nefis olacaklar inşallah.

9

Kremalı Mantar Çorbası ve İlk İzlenimler…

Tüm dost ve takipçilerimi Allah’ın selamı ile selamlıyorum.Malum olduğu üzere hayatımızda evliliğimiz ve çocuklarımızın doğumu hariç en büyük ve önemli kararı verip vatana dönüş yaptık. Bir çok takipçim ve dostlarım halimi merak içindeler. Kimi Face den, kimi e postayla, kimiyse sayfama yorum bırakarak ben den haber almaya çalışıyorlar sağolsunlar. Ben ise işlerimin bitmiş olmasına rağmen bir türlü sayfama daha doğrusu sanal aleme dönüş yapamadım. Hep olduğu gibi eşimin itelemesiyle bismillah dedim…

Bu ateş içime ne zaman düştü hatırlamıyorum. Sanırım ilk yılların şaşkınlığını atlatır atlatmaz, Türkiye dendiğinde içim bir garip sızlar oldu. Özlemek…anneni, babanı, çocuğunu değil vatanını özlemek… Özlemenin tam manası bizce vatanı özlemek olmuş. Gerisi teferruattan ibaret. Bunlar ruhumdan ilmik ilmik geçirdiklerimdi. Bu güne kadar birikenler canımı acıtanlar. Bundan sonrasıysa çiçeği burnunda bir hayatın içinden süzülenler…

Yıllardır hayaliyle yaşadığım Türkiye! İsterdim ki, o hayalin gerçekleşmesini içime sindire sindire yaşaşayım. Özlemini duyduğum herşeyi yeniden kazanmanın zevkini alarak bu süreci geçireyim… Ama bu süreç o kadar yoğun, yorucu geçti ki, ben kendime geldiğimde burada olmaya alışmıştım.:(  Evet, ben 15 yıl uzak kaldığım hayatıma, çocuklarım okullarına alıştı bile. Tek zorlanan eşim ve inşallah o da atlatacak. Gözüme ilk batan hemen her sürücünün potansiyel tarfik canavarı olduğuydu. Kesinlikle kurallara uyulmuyor ve insanlar çılgın gibi araç kullanıyor.:(  Esnafın bir çoğunun aldatmaya meyilli halleri ve ayakta adam uyutmaları da ilk can sıkıcı tecrübelerimden oldu.:( Öyle ki, en büyük beden almak istediğimiz bir giyisinin en küçük bedenini gösterip ”Abla bu olur!” diye sinirlerimi zıplatmasına epey şahit oldum. O anı kurtarma çabasındalar ve ”Aldatan bizden değildir!” hadis-i şerifini galiba hiç duymamamışlar. Neyse bunlar ne kadar can sıkıcı kareler olsa da halimden memnun ve şükür içindeyim. Üstelik ben bu kadar sorunun içinden tek başıma geçtim. Eşim 1,5 ay sonra bize katıldığından her ayrıntıyla bizzat ilgilenmek zorunda kaldım. Elbet yolu açan rabbim rehberleri de gönderir. Cesareti olmayana bu sözlerim inşallah cesaret verecek nitelikte olur.

Bu gün yıllardır çok severek yaptığım kremalı mantar çorbasının tarifini sizlerle paylaşağım. Çorba denince aklıma ilk gelen mercimek ve kremalı mantar çorbası olur. Deneyice siz de bana hak vereceksiniz.

Malzemeler:

  • 300 – 400 gr. mantar ( Ben hep kültür mantarı kullanırım ama siz hoşunuza giden bir mantar türü kullanabilirsiniz.)
  • 5-6 bardak su (Mümkünse 1 bardağını kadar et veya tavuk suyu olarak kullanın.)
  • 2 bardak süt
  • 1 silme çay bardağı un
  • 2 kaşık terayağı
  • 2 kaşık sıvıyağ
  • Yarım limon suyu
  • Tuz ve karabiber

Yapılışı:

  • Mantarların saplarını keserek yıkayıp kurulatın.
  • Dörde böldüğünüz mantarların üzerine limon suyu sıkarak karıştırın.
  • Yağı kızdırıp mantarları  kavurun.
  • Kavrulan mantarın üzerine su ve et suyu konarak on dakika kaynamaya bırakın.
  • Un ve süt iyice çırparak kaynamakta olan çorbaya karıştırarak ialve edin.
  • Çorba kıvam alana kadar bir süre daha karıştırılıp ocaktan alınır.
  • Tuz ve karabiberle tatlandırılıp servis yapılır.